Yazıları

TDK KURULTAYINDAN BEKLENEN[i]

Türk Dil Kurumu'nun amacı çok açıktır ve "Dilimizin özleşmesini ve bütün bilim, teknik ve sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilim metotlarına uygun olarak sağlamağa çalışmaktır." (Türk Dil Kurumu Tüzüğü, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1974, Ankara, s. 4.) Kurumun en yetkili organı iki yılda bir temmuz ayında, Ankara'da toplanan ve asıl üyelerden oluşan Kurultay'dır (Genel Kurul). Kurultayın görevleri TDK Tüzüğünde şöyle sıralanmıştır:

"a) Kurumun geçen dönemdeki çalışmalarını inceleyerek gerekli kararları almak;

"b) Kurumun hesaplarını ve Denetleme Kurulu raporunu inceleyip Yönetim Kurulunu aklamak; [veya aklamamak.]

"c) Yönetim Kurulunca düzenlenen bütçe tasarısını görüşüp onaylamak; [veya onaylamamak.]

"d) Gelecek dönem çalışmaları için gerekli yönergeleri vermek;

"e) Yönetim, denetleme ve onur kurulllarını seçmek." (s. 9.) Görülüyor ki Kurultay Kurum'un çalışmalarına kesinlikle yön verebilir. Kurultayın ve asıl üyeliğin TDK için çok önemli olması bundan ötürüdür.

Eskiden, yirmi beş yaşını bitirmiş, medeni haklarını kullanma yetkisi bulunan, Kurumun amacını benimsemiş ve bunu yayınları ve çalışmaları ile kanıtlamış bir türkçesever, Yönetim Kurulu toplantısında bulunanların gizli oylarından üçte ikisini alınca, asıl üye olabiliyordu. Oysa bugün olamaz. Çünkü, 1973 III. Olağanüstü Kurultay'ı üyelik koşullarına şunu eklemiştir: "Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlı bulunduğu ... yayınlarından, sürekli çalışmalarından anlaşılmak." (s. 5.) Aynı kurultay şunu da benimsemiştir: "Atatürk'e, Atatürk ilkelerine ... aykırı davranışlarda bulunan ... üye için, üyelikten çıkarma cezası verilir." (s. 18.) Üçüncü Olağanüstü Kurultay'a kadar, asıl üye olacakların "Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlı" bulunup bulunmadıklarının araştırılmamış olduğu varsayılsa bile, o asıl üyeler, tüzüğe  bu eklentilerin yapılması için olumlu oy kullanarak, en az üçte iki çoğunlukla istenildiği gibi "bağlı" olduklarını kanıtlamışlardır. Dolayısıyla TDK, Türkiye'de, asıl üyelerinin üçte ikisinden çoğu "Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlı" belki ilk ve biricik dernek görünümündedir.

TDK'nin çalışma konusu toplumumuzun ortak iletişim aracı ve ulusal varlığımızın zorunlu gereklerinden biri olan "Türkçe" olmasaydı, bu konuda hiç bir şey söylenmeyebilirdi. Türkçemizin Kurum'un amacında belirtildiği gibi geliştirilmesi, bütün toplumu, ve özellikle toplumun ulusal, ilerici, ve demokratik güçlerini yakından ilgilendiren bir sorundur. Bundan ötürü, sözkonusu tüzük değişikliğiyle ilgili olarak hiç değilse şunları söylemek bir ödevdir:

1. Bu tüzük değişikliğiyle TDK belirli bir düşünce çizgisindeki kimselerin tekeline bırakılmış olmaktadır. TDK niteliğindeki bir kurumda böyle bir tekel yaratmak, her şeyden önce, demokratik değildir.

2. Atatürkçülüğün kendisi ne olursa olsun, bugün öyle bir ortama gelinmiştir ki, politik ve ekonomik tutumları ve davranışları çok farklı çevreler ve kimseler Atatürkçülük adına konuşur  olmuşlardır. Kimi çevreler Atatürkçülüğü dogmalaştırmakta kendi paylarına yarar görmektedirler. TDK tüzüğüne bu eklentiler yapılarak, üyelerin özgür ve bilimsel düşünmeleri ve davranmaları engellenmiştir.

3. Kimi çevrelerin Atatürkçülüğü diledikleri gibi yorumlayıp kendi çıkarlarına kullanmaya çalıştıkları bir ortamda, "Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlı bulunanları" TDK asıl üyesi olmaya, ve dolayısıyla ulusal dil sorununun çözümünde daha sorumlu ve yetkili olmaya yaraşır görmek, onların dışında kalan ulusal ve ilerici aydınlara Kurum'un kapılarını kapatmak, bilimsel, ulusal ve devrimci bir davranış değildir.

4. Atatürk'le birlikte Kurtuluş Savaşına katılmış aydın kadronun en büyük başarısı bütün ulusal güçleri ulusal bir amaç için birleştirmek olduğuna göre, ve "Hayatta en hakikî mürşit ilimdir." diye dile getirilmiş bir Atatürk ilkesi varsa, bu tüzük değişikliği Atatürk ilkelerine de aykırıdır.

Peki, Temmuzda toplanacak Kurultay, yukarıdaki ve daha başka gerekçeleri gözönüne alarak, 12 Mart koşullarında yapılmış bu eklentileri tüzükten çıkarabilir mi? Doğrusu, Atatürkçülüğün dogmalaştırıldığı bir ortamda bu soruya olumlu yanıt vermek kolay değildir. Ama gönül istiyor ki Kurultay'da hiç değilse bir tek üye çıksın ve bunu önersin...[ii]


i Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayından Beklenen", Oluşum (dergi), sayı 26, Haziran 1976, s. 1.

ii Öner Ünalan, sonraki bir yazısında, TDK'ya üyelik koşulları ile ilgili şöyle söyler: "TDK'ye üye olmak, Türk Dili Tetkik Cemiyeti Nizamnamesi'ne göre çok kolaydır. 'Kendisinde kanuni vasıflar bulunan her Türk, Cemiyete aza olabilir. Bunun için yapılacak müracaat üzerine Umumi Merkez Heyeti karar verir.' (madde 9). 1951, 1964, 1973 yıllarında toplanan ve hepsi 'olağanüstü' olan kurultaylarda TDK tüzüğü art arda değiştirilip üyelik koşulları gittikçe ağırlaştırılır; öyle ki, 12 Eylül'e gelindiğinde TDK yalnız Atatürkçülerin, üstelik yalnız belirli koşulları yerine getirmiş Atatürkçülerin üye olabilecekleri yarı kapalı bir dernektir. TDK, 12 Eylül'le birlikte yoğun bir ideolojik saldırıyla karşılaşır ve bir bakıma, yarı kapalı olmanın bedelini de az çok öder." (Ragıp Gelencik, "Yasayla Türk Dili Kullandırımı", Evrensel Kültür (dergi), sayı 63, Mart 1997, s. 19-22. Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.).

"TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar" adlı incelemesinde ise şöyle söyler: "1950'den sonra, TDK, veya TDK'nin tüzel kişiliğinde o güne dek izlenmiş dilsel politika, eleştirilmeye başlanır. Çeyrek yüzyıldır her türlü eleştiriden uzak çalışmaya, çalışma verimlerinin resmen benimsenip benimsetilmesine alışmış TDK'li aydınlar, yaptıklarını gerekçelendirmek ve savunmak zorunda kalırlar. Gerek eleştiriler gerek yanıtlar sığ, ama serttir.

"1950'lerin başlarında, Türkiye'de Mc Carthyciliğe taş çıkartan bir antikomünist politika güdülür. O yıllarda şoven bir dil politikası izlemekten başka bir şey yapmayan TDK'li aydınlar da bu gerici politikanın saldırısına uğrarlar. TDK sözcüleri bu saldırılardan haklı olarak yakınırlar. 12 Mart döneminde toplanan Olağanüstü Kurultayda Kurum tüzüğündeki üyelik koşullarına eklenen 'Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlılık', öyle görünüyor ki, bir korunma önlemidir." (Bkz.: Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 66. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 44, Kasım 1980.) yayınlanmıştır. Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)

"Yasayla Türk Dili Kullandırımı" adlı yazısında, TDK'nin 12 Eylül darbecilerince Atatürkçülük adına nasıl yok edildiğini ise şöyle anlatır: "12 Eylül'le birlikte bütün partiler, sendikalar, dernekler kapatılırken TDK ile TTK (Türk Tarih Kurumu) kapatılmaz. Bu iki kurum yok edilmelerine dek açık bırakılır. Ancak, özellikle TDK çok ağır baskılarla karşılaşır. Kurum, yasal olmayan yollardan, ikide bir sözümona denetlenir. Öte yandan, Kuruma karşı yoğun bir milliyetçi kampanya açılıp sürdürülür. Sonunda TDK 'komünist yuvası' ilan edilir. Atatürk'ün kurdurup vasiyetnamesiyle kalıtından pay ayırdığı, dolayısıyla ondan andaç olan TDK (ve TTK) hemen kapatılmaz; çünkü 12 Eylül darbecileri sözde de olsa Atatürkçüdürler ve Atatürk andacı TDK'yi sözde komünistlerin elinden kurtarmak bahanesiyle resmileştirerek yok ederler. ... Yok edilen özerk TDK'nin üyeleri, Atatürkçülük adına yedikleri sillenin etkisinden kurtulduktan sonra örgütlenmeye gerek duyup bugünkü Dil Derneği'ni kurmak isterler ve bu uğurda epey uğraşmaları gerekir."