Kitapları | Alıntılar

TDK KURULTAYI DOLAYISIYLA NOTLAR[i]

Devlet bizde ulusal dilin geliştirilmesine nasıl karıştı? Bu soruyu kabaca yanıtlamak için bir TDK kurultayından daha uygun vesile olamaz; çünkü TDK'nin kendisi bu karışmanın örgütlenmesinde en önemli parçadır.
Genellikle, TDK bugünkü durumuna ve tutumuna bakılarak eleştirilir; dolayısıyla, bu dernekten beklenmemek gereken kimi şeyler beklendiği için olur. Bu derneğin gösterdiği gelişmelerin yanlış yorumlandığı görülür. Oysa TDK de tarihsel gelişimi içinde ele alınıp değerlendirilmelidir.
Türkiye'de devlet ulusal dilin geliştirilmesine ilkin ne zaman karıştı? Latin kökenli harfler benimsendiği gün mü? Birinci Türk Tarih Kongresinde "DİL" bir "tarihsel kanıtlama yöntemi" gibi kullanıldığında mı? Bunlar devletin dile karışmasına başlangıç sayılabilse bile, işin örgütlenmesi 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin (bugünkü TDK'nin) kurulmasıyla başlar. TDK Tüzüğünün 2. maddesinde şöyle denir: "Türk Dil Kurumunun kurucusu ATATÜRK'tür. Kuruluş için dilekçeyle hükümete başvuranlar: Çanakkale milletvekili Samih Rifat (Başkan), Afyonkarahisar milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın: Genel-Yazman), Zonguldak milletvekili Celâl Sahir (Erozan: Üye ve vezneci), Manisa milletvekili Yakup Kadri (Karaosmanoğlu: Üye)." Örgütlenmede ikinci adım, Birinci Türk Dil Kurultayı'dır. 26 Eylül-5 Ekim 1932'de toplanan Kurultay, "Türk Dili Tetkik Cemiyeti Nizamnamesi"ni (TDK'nin ilk tüzüğü) de kabul eder.
Kemal Atatürk, Birinci Türk Dil Kurultay'ını büyük bir dikkatle izler. Kurultay başkanı, TBMM Başkanı, yardımcıları da iki "meb'us"tur. "Sabık meb'uslar" hesaba katılmazsa, Kurultaya katılan "meb'us" sayısı 42'dir. Bu, toplamın yuvarlak hesap % 6'sıdır. Kurultay üyeleri "meslek"lerine göre epey çeşitlenme gösterirler. Aralarında bir "katolik papazı" ve bir "imam ve hatip" bile vardır. Ancak, üyeler mesleklerine göre sınıflanınca, çoğunun bürokrat olduğu görülür. "Meb'uslar" ve bürokrat olup olmadıkları "meslek"lerinden anlanamayanlar -böyle diyorum; çünkü "şair" sıfatı bile meslek adı olarak kullanılmıştır- ayrı tutulursa, 705 üyenin 392'si, toplamın % 55,60'ı bürokrattır. Bu 392 bürokratın 292'si (% 78,48'i) "muallimler" ve onlara oranla çok az olan "müderrisler"dir. Kurultay en küçük ayrıntısına kadar planlanmıştır.
Bir derneğin niteliği, üyelerinin niteliğiyle çok ilgilidir. Tutanaktan aktarılan aşağıdaki parçadan da anlanacağı gibi, Birinci Dil Kurultayı'nın üyesel niteliği, TDK'ye damgasını vurur:
"Reis — Efendim şimdi mesele budur: Bir fırka ilâvesini teklif ediyorlar. Birinci kurultay azası, Cemiyetin tabii azası olsun diyorlar. Bunu reyinize arz edeceğim. Encümen muvafakat etmiyor. Amma siz kabul ederseniz Nizamnameye geçer.
"Teklifi kabul edenler... Etmeyenler... Teklif kabul edilmiştir. (Alkışlar.)
"Bu maddeye [üyelik ile ilgili 9. maddeye] bu tarzda bir fıkra ilâve edilecektir."
Bu doğal üyeler, Hüsyein Cahit Yalçın sayılmazsa, hepsi "resmi görüş"ten yanadır, veya hiç değilse, resmi görüşe ondan başka ters düşen yoktur. Bununla birlikte, Yalçın da, Kurultaydaki konuşmasında, devletin dil işine el atması gerektiğini söyler:
"Lisanımız hakkında ilmî tetkikler lâzımdır. Burada devletçilik sistemini kabul etmek zaruridir. Türkçenin eski, yeni bütün lehçelerini ve yazılarını bilmeğe, en az Sanskrit, Lâtin, Yunan dillerini öğrenmeğe ihtiyaç gösteren çalışmalara bizde ancak Hükümet imkân temin edebilir."[1]
Türk Dili Tetkik Cemiyeti Nizamnamesi'nde şöyle bir madde vardır:
"Madde 4 — Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekili Cemiyetin fahrî reisidir."
IV. Kurultay bu maddedeki "fahriliği" kaldırır. (10. 8. 1942):
"Madde 6 — Türk Dil Kurumu'nun Başkanı Kültür Bakanıdır."
V. Kurultayda madde şöyle değişir:
"Madde 7 — Türk Dil Kurumu Başkanı Millî Eğitim Bakanıdır."
Millî Eğitim Bakanının Kurum Başkanlığına ancak 8 Ekim 1951 Olağanüstü Kurultayı son veriri:
"Madde 17 — Yönetim Kurulu, en yaşlı üyenin başkanlığında toplanarak:
"a) Bir başkan, ... seçer."
Başlangıçta TDK-CHP (Cumhuriyet Halk Partisi), dolayısıyla TDK-Devlet ilişkisi, Kurumun taşra örgütlerinde de açıkça görülür:
"Dışarı örgütler
"Madde 22 — Türk Dil Kurumu'nun merkezden başka yerlerde örgütleri bulunabilir. Bunlar kuruluncaya kadar Cumhuriyet Halk Partisi'nin muvafakatiyle Halkevlerinin Dil-Edebiyat Komiteleri Kurumun bu örgütleri ödevini de yaparlar ve Kurumca kendilerine verilen işler için Kurum merkezi ile muhabere ederler."
Bütün bunlardan anlandığı gibi, TDK başlangıçta en azından yarı-resmi bir dernektir.
Birinci Türk Dil Kurultayı, Kurumun amacını şöyle belirler:
"Madde 2 — Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin maksadı, Türk dilinin öz zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır bir yüksekliğe eriştirmektir."
Askerce denebilecek bir kısalık ve açıklıkla belirlenen bu amaç, bürokratça bir anlatımla, 8 Şubat 1951'de Olağanüstü Türk Dil Kurultayı'nda, bugünkü şu biçimini alır:
"Madde 4 — Türk Dil Kurumu'nun amacı: Dilimizin özleşmesini ve bütün bilim ve sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilim metotlarına uygun olarak sağlamağa çalışmaktır."
Burada, üzerinde durulmak gereken birkaç nokta var. Osmanlıca, TDK kurulmadan çok önce, yazın dili olarak amansız bir sille yer. Bu, ulusal bilinçlenme sürecimize uygun düşer. Ama, XIX. yüzyılın ikinci yarısında, hiç değilse bellibaşlı Osmanlı "büyük kentlerinde", basılı yayınların "meta"laşması, dolayısıyla, "kullanım değeri" olabilmek için alıcıların anlayabileceği bir dille yazılmak gerekmesi de bunun toplumsal-ekonomik gerekçelerinden biridir. Ayrıca, Türkçenin yazın dili olarak kullanılmaya hazır gücü olması, bu yoldaki çalışmaların başarısını kolaylaştırır. Öte yandan, TDK kurulduğu sırada, Osmanlıca, Cumhuriyet Türkiyesinin bürokratik dilidir. Türkiye koşullarında bürokratik dil, eğitim ve öğretim dilini de büyük ölçüde kapsar. Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin amacı, bürokratik dilin de Türkçeleştirilmesini öngörür. Bu noktada "zor"a veya "baskı"ya başvurulur. Örneğin, Hüseyin Cahit Yalçın, Birinci Türk Dil Kurultayı'nda resmi görüşe ters düştüğü için, "aylıklı işinden" edilerek, onun gibi düşünenlere gözdağı verilir. Gazetelerde dil köşesi açılması için tamim (genelge) yayımlanır, bürokratik yazışmalarda yeni sözcüklerin kullanılması buyurulur vb. Falih Rıfkı Atay'ın yazdığı gibi, Atatürk "en acayip kelimeleri bizzat kendisi Meclis kürsüsünde kullanmaktan çekin..."mez.[2] Onun bu davranışı belirli bir sorumun paylaşılmasıdır ve bir önderden beklenir; ama, o günün koşullarında, bu davranışın bütün bürokrasiye baskı olduğu da besbellidir. O yıllarda yasa metinlerinde yer almış nice "yeni" sözcük vardır ki bugün TDK'nin Türkçe Sözlük'ünde bile anılmaz. Öyle görünüyor ki zora dayanan bu denemenin ayrıntılı bir incelemesi, genel dilbilim bakımından bile önemli sonuçlar verebilir. TDK ile ilgili sonuç ise şudur: Kurum, tek parti döneminde, çalışmalrı kamuoyu önünde özgürce tartışılmayan, çalışma verimleri zorla benimsetilmeye çalışılan yarı-resmi bir dernek olarak kalır. O dönemde, dil geliştirme çalışmalarına bürokratik veya resmi bir iş gözüyle bakılır ki gerçek de budur.
TDK'ye üye olmak, Türk Dili ve Tetkik Cemiyeti Nizamnamesine göre pek demokratiktir:
"Madde 9 — Kendisinde kanunî vasıflar bulunan her Türk Cemiyete azâ olabilir. Bunun için yapılacak müracaat üzerine Umumî Merkez Heyeti karar verir."
Kuruma üye olma koşulları, ilkin V. Kurultayda, yaş tabanı (22) konarak değiştirilir. 8 Şubat 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı'nda ise şöyle belirlenir:
"Asıl üyelik: Madde: 5 — ... a) Yirmi iki yaşını bitirmiş olan, medenî haklarını kullanma yetkisine sahip bulunan, Kurumun amacını benimseyerek Türk diliyle uğraşan veya onunla ilgilenen her Türk, Kuruma asıl üye olabilir. Asıl üye olmak isteyenler, kimliklerini ve Kurumun amacını benimsediklerini bildirir bir yazı ve iki yıllık iki asıl üyenin yazılı tavsiyeleriyle Kurum Genel Yazmanlığına başvurular. Yürütme Kurulunun teklifiyle durumları Yönetim Kurulunda görüşülüp karara bağlanır."
Kuruma üyelik koşullarının bir çeşit ağırlaştırılması, hep ilginç tarihlere raslar. 13. 7. 1964'te Olağanüstü Kurultayca onanan Türk Dil Kurumu Tüzüğündeki koşullar şöyledir:
"Kuruma asıl üye olabilmek için gerekli koşullar şunlardır:
"a) Yirmi beş yaşını bitirmiş olmak;
"b) Medeni haklarını kullanma yetkisi bulunmak;
"c) Kurum'un amacını benimsediği yayınlarından, sürekli çalışmalrından anlaşılmak.
"Kuruma asıl üye olmak isteyenler bir yazı ile Kurum Genel Yazmanlığına başvurular. Bu yazıya aşağıdaki belgeler iliştirilir:
"— Kimlik belgesi örneği;
"— Öğrenim durumunu ve nerelerde çalıştığını bildiren yazı;
"— Kurum'un amacını benimsemiş olduğunun hangi yayınlarından ya da çalışmalarından anlaşılabileceğini gösterir yazı;
"— Kurum'un amacına uygun davranacağını bildiren imzalı bir belge;
"— En az üç yıllık iki asıl üyenin imzalayacağı uygunluk belgesi. (Bir asıl üye iki Kurultay arasında ancak üç üye adayı için imza koyabilir. Yönetim Kurulu üyelerihiç bir üye adayının uygunluk belgesini imzalayamaz.)
"— Yürütme Kurulu isteklinin durumunu, gerektiğinde üyelere de duyurur; elde edeceği bütün bilgilere dayanarak incelemesini yapar; görüşünü Yönetim Kurulu'na bildirir. Karar, Yönetim Kurulu'nda gizli oyla ve toplantıda bulunanların üçte iki çoğunluğu ile verilir.
"Üyeliğe alınanlara durum, yazılı olarak bildirilir. Alınmayanlar, alınmadıkları günden başlamak üzere aradan iki yıl geçmedikçe yeniden başvuramazlar."
1973'te toplanan III. Olağanüstü Kurultay, bu koşullarla yetinmeyip Kurumun amacına bağlı olmakla ilgili fıkrayı şöyle değiştirir:
"— Atatürk'e, Atatürk ilkelerine ve Kurumun amacına bağlı olduğunun hangi yayınlarından ya da çalışmalarından anlaşılabileceğini gösteren yazı."
İki asıl üyenin vereceği salıkça (tavsiyename) ise ayrıntılı olmak gerekir:
"— İki asıl üyenin adayı tanıtan ve çalışmalarını belgeleriyle değerlendiren ayrıntılı sunuş yazısı."
Zamanla ilgili şöyle bir sınırlama da konur:
"Asıl üyelik için başvurma süreleri 10-30 Ocak, 2-21 Mayıs, 1-20 Eylüldür. Bu süreler içinde yapılmamış ya da Kuruma gelmemiş olan başvurular geçerli sayılmaz."
TDK, tek partili dönemde ve DP politik gücü ele geçirinceye dek çok partili dönemde, yarı-kapalı bir dernektir; çünkü yarı-resmidir. DP'nin bilinen dil tutumu, eski Teşkilât-ı Esasiye Kanunu metninin yürürlüğe konması, orta öğretimde Osmanlıca ve Fransızca terimler dönüş, TDK'ye devlet bütçesinden yardımın kesilmesi, vb., hem DP'nin CHP'ye politik tepkisi, hem de egemen sınıfların bürokrasiye tepkisi sayılabilir. DP tutumunun nasıl olacağı anlanır anlanmaz, 8 Şubat 1951'de toplanan Olağanüstü Kurultayda, üyelik koşullarının Kurumu yarı-kapalı tutacak yolda değiştirilmesi ilginçtir. Küçük-burjuva bürokrat aydınlar, ellerine geçirdikleri bir "mevzii" berkitme kaygısındadırlar; yalnız kendilerine güvenebileceklerini de bilirler.
Üyelik koşullarında 13. 7. 1964 Olağanüstü Kurultayına dek değişiklik yapılmaz. 1964 yılı, 1961 Anayasası ile kavuşulan özgürlüklerin düşünce alanında yaşanmaya başlandığı, aydınların renklendiği yılların başlangıcı sayılabilir.
Böyle bir dönemde, TDK'deki aydınlar Kurumu daha kapalı kılmak gereğini duyarlar. Bu gereğin yerine getirilmesi de 12 Mart döneminde, ilerici aydınlar çeşitli baskılarla karşılaştığı sırada, 1973 Olağanüstü Kurultayında olur. Üyelik koşullarını değiştirip Kurumu gittikçe daha kapalı kılma kararlarının hep olağanüstü kurultaylarda alınması bir raslantı olabilir mi?
Kuşaklar değişmişse de TDK ilk kurultaydaki üyesel yapısını korumuştur. Kuşkusuz, bugünkü üyeler, kafaca o ilk üyelerin kopyası değildir. Toplumsal değişmeye uygun olarak, kendi sınıflarının gösterdiği değişmeyle bağdaşan bir değişme göstermişlerdir. Şu veya bu ünlü yazarın veya aydının Kuruma her nasılsa üye alınmış olması, Kurumun "genel oy durumunu" değiştirmez. Onların Kuruma alınması, TDK'nin gittikçe daha kapalı bir dernek konumuna geldiğini bir "olgu" değilmiş gibi göstermek için alınmış bir önlem bile sayılabilir. Böyle düşünülmezse, onların üyeliği Kurumdaki "demokratik oyların" artmasına yorulmak gerekir ki kurultaylardaki kararlar böyle bir olgu bulunduğunu gösterir gibi değildir.
1950'den sonra, TDK, veya TDK'nin tüzel kişiliğinde o güne dek izlenmiş dilsel politika, eleştirilmeye başlanır. Çeyrek yüzyıldır her türlü eleştiriden uzak çalışmaya, çalışma verimlerinin resmen benimsenip benimsetilmesine alışmış TDK'li aydınlar, yaptıklarını gerekçelendirmek ve savunmak zorunda kalırlar. Gerek eleştiriler gerek yanıtlar sığ, ama serttir.
1950'lerin başlarında, Türkiye'de Mc Carthyciliğe taş çıkartan bir antikomünist politika güdülür. O yıllarda şoven bir dil politikası izlemekten başka bir şey yapmayan TDK'li aydınlar da bu gerici politikanın saldırısına uğrarlar. TDK sözcüleri bu saldırılardan haklı olarak yakınırlar. 12 Mart döneminde toplanan Olağanüstü Kurultayda Kurum tüzüğündeki üyelik koşullarına eklenen "Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlılık", öyle görünüyor ki, bir korunma önlemidir.
İlericilik ilişkindir (relative). Dünün ilerici sınıfı burjuvazi, bugün gericidir. Belirli bir çağda, belirli bir toplumda ilericilik, o toplumun nesnel ve öznel koşullarında insanlığın toplumsal ilerleme yasalarına uygun davranıp davranmamaya bağlıdır. TDK'nin ilericiliği de bu ölçüte göre tartışılmak gerekir. TDK "sosyalizme eğilimli veya yönelik" anlamında ilerici olmamıştır. TDK'den böyle bir ilericilik de beklenemez. Ancak, öyle görünüyor ki, 1950'lerde bu derneğe yöneltimiş Mc Carthyci saldırılar, kimilerinde TDK'nin ilerici olduğu sanısını uyandırmıştır.
Tarihsel gelişim içinde TDK en kalın çizgileriyle böyledir. Bu Kurumla ilgili her türlü eleştirme ve değerlendirmede bunlar hep göz önünde tutulmalıdır...


1 Birinci Türk Dil Kurultayı, Tezler, Müzakere Zabıtları (Devlet Matbaası, İstanbul), 1933, 2. 279.

2 Falih Rıfkı Atay, Çankaya (BATEŞ, İstanbul, 1980), s. 475.


i Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 59-67. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 44, Kasım 1980.) yayınlanmıştır.

Öner Ünalan'ın, TDK'nin 12 Eylül'le birlikte karşılaştığı ideolojik saldırı ve resmileştirilmesi süreci, ve darbe dönemi ve sonrası dil-politika ilişkileri ile ilgili olarak, şu yazılarını okuyabilirsiniz:

1. Ragıp Gelencik, "Dilsel Tartışmalar Üzerine Notlar", Yazın Dergisi (dergi), Sayı 1, Mart 1981, s. 3-6. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)

2. Ragıp Gelencik, "Yasayla Türk Dili Kullandırımı", Evrensel Kültür (dergi), sayı 63, Mart 1997, s. 19-22. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)