Yazıları

DİL VE İFADE[i]

[1]Dinleyici veya konuşmacı olarak katıldığım böyle paneller düzenlenirken, öyle sanıyorum ki, genellikle şöyle davranılıyor: Önce panel için genel bir konu saptanıyor. Sonra, bu konu bölünüyor ve her parça bir konuşmacıya veriliyor. Edebiyatçılar Derneği'nin düzenlediği ilk panelin konusu "Dünden Bugüne Düşünce ve İfade Özgürlüğü" idi. Panelimizin konusu "İfade, Dil, Özgürlük ve Bireyleşme". Belli ki ilk panelin konusu saptanırken tarihsel, hukuksal ve politik bir yaklaşım ağır basmış. Panelimizin konusu saptanırken dilbilimsel ve daha çok da felsefi bir yaklaşım ağır basmış görünüyor.

Bana verilen konu "Dil ve İfade". Bu, çeşitli yaklaşımlara elverişli, geniş bir konu.

Önce, "ifade" sözcüğünü sevmediğimi, konuşup yazarken kullanmadığımı söyleyeyim. Arapça "ifade" sözcüğü dilimizde çeşitli anlamlarda kullanılıyor: Anlatım, anlatış, söz, belirti, gösterge, dışavurum gibi... Eskiden "fikir ve ifade hürriyeti" denirdi. Bugün birçok kişi "düşünce ve söz özgürlüğü" diyor. Buna bakarak konum "Dil ve Söz"dür diyebilirim. Ancak, ifade sözcüğünün yukarıda saydığım karşılıklarından her biri böyle alınıp bir konu saptanabilir: Dil ve söz, dil ve anlatım, dil ve anlatış, dil ve belirti, dil ve gösterge, dil ve dışavurum gibi...

Konumu "Dil ve Anlatım" diye adlandıracağım ve dil-düşünme-düşünce-soz-anlatım ilişkileri uzerinde kısaca durmaya çalışacağım. Böyle davranmakla paneli düzenlemiş olanların amacına uygun bir yaklaşım benimsemiş olduğumu sanıyorum.

Bu salonda ben Türk Dilini konuşmacı veya anlatıcı olarak kullanıyorum. Siz de dinleyiciler veya anlayıcılar olarak kullanıyorsunuz. Türk Dilinin her birimizin dışında nesnel veya maddesel ve toplumsal varlığı olmasaydı bunu başaramazdık. Demek ki Türk Dili aramızda ortak, maddesel bir iletişim aracıdır. Türk Dilini sesli kullanıyorum. Ama önümdeki yazılı metni çoğaltıp size dağıtabilirdim ve Türk Dilini yazılı kullanmış olurdum. Türk Dili hem sesli hem yazılı kullanılabilen bir araç. Kullandığım sözcükleri Türk Dilinin en küçük birimleri sayalım. Bu birimler, sözcükler, simgeleri oldukları şeylerden farklı şeyler. Örneğin benim anlatım sözcüğü ile anlattığımı bir başkası ifade ile anlatıyor. Hürriyet ve özgürlük sözcükleri de birbirinden farklı, ama bir ve aynı şeyi anlatmak için kullanılıyorlar. Demek ki sözcükler adları oldukları şeylerden farklı şeyler. Sözcükleri gönlümün dilediği gibi değil, Türk Dilinin kurallarına uygun olarak bağlantılıyorum. Türk Dilini düzenli bir bütün olarak kullanıyorum. Türk Dili sesli ve yazılı simgelerden kurulmuş bir sistem olduğu için ister istemez böyle davranıyorum. Türk Dilinin on binlerce yıldır değişip gelişerek günümüzdeki durumuna vardığını da anıvereyim. Bize geçmişten kalıt olan Türk Dili adlı bu sistem, önce kendisi bir bilgi birikimi; sonra, başka bir bilgiler birikimini de bize ulaştırıyor ve o birikimin saklanıp yeni bilgilerle birlikte geleceğe aktarılmasına da yarıyor. Dahası var: Gene sözcüklere dönerek diyebilirim ki konuşmamda kullandığım sözcükler, düşünürken kullandığımız kavramların Türkçe maddesel varlık biçimleridir. Kullandığım kavramlar da kullandığım sözcüklerin düşünsel içerikleridir. Hiç işitmediğiniz, daha doğrusu Türk Dilinde bugüne dek hiç kimsenin kullanmadığı bir sözcük türetip kullanabilirdim ve siz o sözcükle anlatmak istediğimi anlayabilirdiniz. Demek ki Türk Dili ile düşünme ve düşünce arasında sözcükler düzeyinde bile görülüveren ayrılmaz bir birlik var. Üstelik, Türk Dili ulaşabileceğimiz yeni kavramlara maddesel varlık biçimleri (sözcükler) buluvermemize de yarayan, buna hazır ve uygun bir sistem.

Şimdiye dek söylediklerim, kuşkusuz, bütün diller için geçerli.

Düşünme'ye gelince, düşünme dediğimiz etkinliğin organı beyindir. Bu etkinlik sırasında beynin nasıl çalıştığını aydınlatmak yaşabilimin işidir. Düşünme beyinde olup bittiğine göre bireysel bir etkinliktir. Ancak, düşünen insanlar olarak biliriz ki düşünürken birtakım kurallara uyarız. Düşünmenin kuralları, dahası yasaları var. Bunlar bireysel değil, evrensel; bütün insanlar için geçerli. Demek ki düşünme birey beyninde olup bitse de bireysel değil, bireysel-evrensel bir etkinliktir. Daha açık söylemek gerekirse, düşünme insana özgü, insanın insanlığından, insan olmasından doğan bir etkinlik.

Düşünce, düşünme etkinliğinin ürünüdür. Hepimiz biliriz ki, söylenmemiş veya yazılmamış bir düşüncenin veya düşüncelerin varlığını kimse kanıtlayamaz. Düşünceler ancak dille maddesel varlık kazanırlar. Sözcükler nasıl kavramların maddesel varlık biçimleriyse, sözler de düşüncelerin maddesel varlık biçimleridir. Böylece düşünme ve düşünce ile dilin ayrılmaz bir birlik oluşturduğu sonucuna bir daha varmış oluyoruz. Şu sonuca da varmış oluyoruz: Bu birlikten ötürü, düşünceler bireysel değil, bireysel-toplumsal ürünlerdir.

Kimilerinin şöyle dediğine siz de benim gibi tanık olmuşsunuzdur: Efendim, dilediğimiz gibi düşünmekte özgürüz. Bu özgürlüğümüzü kimse elimizden alamaz. Ancak düşüncelerimizi söylememize engel olabilirler." Böyle diyen kişiler düşünüyorlarsa, düşünme ürünleri olan düşüncelerine maddesel varlık biçimi kazandırmalarına engel olunduğunu; dolayısıyla düşüncelerinin gerçeklik kazanmadığını söylemiş oluyorlar. Onlar hiç düşünmeselerdi gene bu durumda olurlardı. Bundan ötürü, ellerinden alınamayacağını söyledikleri özgürlük bir kuruntudan başka bir şey değildir, bir varsanıdır. "Fikir ve ifade hürriyeti" veya "Düşünce ve söz özgürlüğü" diyenler, onların yanılgısını anlamış kişilerdir. Yalnızca "düşünce özgürlüğü" de diyebiliriz; ama bir koşulla: Düşünce maddesel varlık kazanmış biçimiyle, sözle birlikte ve sözden ayrılmaz olarak anlanırsa. Ne yazık ki düşünce genellikle böyle anlanmıyor, maddesel yanı olmayan bir şey sanılıyor. Onun içindir ki "düşünce ve söz özgürlüğü" demek gerekiyor.

Demin bir "söz" tanımı sundum: Söz, düşüncenin maddesel varlık biçimidir, dedim. Şimdi anlatımı da şöyle tanımlayacağım: Anlatım, düşüncelere maddesel varlık kazandırma, söze ulaşma işidir. Böylece sözü anlatımın ürünü veya sonucu saymış oluyorum. Anlatım da, söz de dilin bireysel kullanımıdır. Birey kendi dışında, nesnel ve toplumsal bir sistem olan dili yalnız böyle değil, başka amaçlarla da kullanabilir. Konuyu dağıtmadan konuşmaya çalışıp yalnız şunu vurgulayacağım: Bireysel dil kullanımı veya anlatım bakımından bireyler arasında eşitlik yoktur; çünkü her birey, dili ancak kendi yetilerinin ve toplumsal varlığının elverdiği oranda kullanabilir. Yetileri ortalamanın üzerinde, iyi eğitilmiş, öğrenimi yüksek, toplumun ve insanlığın kültür birikiminden epey pay almış biriyle, bu bakımlardan ona göre aşağı durumda olan birinin dil kullanımı, anlatımı eşit olamaz. Böylece, onların düşünme etkinliği ve düşünce üretimi bakımından da eşit olamayacaklarını söylemiş oluyorum.

Konuşmamı Edebiyatçılar Derneği'nin düzenlediği bu panellerin amacına uygun olduğunu sandığım bir biçimde bağlayacağım. Bir ülke düşünün ki o ülkede "düşünce ve söz özgürlüğü", genellikle, birtakım yasaların varlığına ve onların kaldırılmasına veya değiştirilmesine bağlı sanılıyor. Öte yandan, o ülkedeki okullarda gençlere dilleri iyi öğretilmiyor; dilleriyle yaratılmış yazın iyi tanıtılmıyor; felsefe, demek ki düşünme ve düşünce ile ilişkili ana ilkeler öğretilmiyor; yaşambilim, demek ki insanın kendi maddesel varlığını ve başka canlılarla doğrudan ilişkilerini kavramasını sağlayan bilim öğretilmiyor; eğitim ve öğretim dogmacı bir anlayışa dayandırılıyor. Böyle bir ülkede dilden, düşünmeden, düşünceden, kendini tanıma olanaklarından azçok veya çok yoksun bireyler yetiştiriliyor demektir. Bu, düşünce ve söz daha gelişmeye başlayacağı sırada köstekleniyor demektir. Böyle toplumsal koşullarda yetişen bireyler için, yasalar uygun olsa bile, düşünce ve söz özgürlüğü olabilir mi? Hayır; çünkü onlar düşünce ve söz özgürlüğünün maddesel tabanından azçok veya çok yoksun kılınmışlardır. Düşünce ve söz özgürlüğü salt yasal düzenlemelerle gerçekleşemez. Toplumsal yapı düşüncenin ve sözün engelsiz, yaygın ve yoğun gelişmesine uygun duruma getirilmelidir. Demek ki, düşünce ve söz özgürlüğü ulaşılması yoğun ve sürekli çabalar gerektiren bir erektir.


1 Öner Ünalan'ın TÜYAP 16. Kitap Fuarı'nda "İfade, Dil, Özgürlük ve Bireyleşme" [konulu] panelde yaptığı konuşma[nın] metnidir.


i Öner Ünalan, "Dil ve İfade", Evrensel Kültür (dergi), sayı 72, Aralık 1997, s. 44-45.

Öner Ünalan'ın 4 Kasım 1997'de, TÜYAP 16. Kitap Fuarı kapsamında İstanbul Sergi Sarayı'nda düzenlenen İfade, Dil, Özgürlük ve Bireyleşme konulu panelde yaptığı konuşmanın metni.