|
TÜRKÇEDE "VE"[i]
"Bütün bu çabalar 've'nin kullanılışını
durduramamıştır."[1]
Kendisiyle pek çok uğraşılmış bir sözcüktür "ve".
Onu az kullanmayı önerenler, gereksiz sayıp hiç kullanmayanlar,
kullananları alttan alta ve bazan açıkça kınayanlar çıkmıştır
ve çıkıyor. Bunun kısa öyküsü alıntılara başvurularak şöyle
kurulabilir:
"Osmanlı yazını boyunca 'vav-ı âtıfa = bağlaç ve'nin
kullanılışı üzerinde duran, onun gereksizliğini düşünen yok
gibidir. Aşırılığa varanlar, bu aşırı kullanışta ses güzelliği,
anlam aydınlığı arayanlar öyle çok ki...
"Ancak:
"a) XIX. yüzyıl sonlarına yaklaşırken bu tutuma ilk karşı
çıkan Muallin Naci olmuştur. Şöyle der:
"Dikkat olunsa anlaşılır ki bir ibarede vav (= ve) ne kadar
az olursa o kadar sade olur. Lisanımızın asıl letafeti ise sadelik
içinde bulunur.
"Lisanımızın tabiiliğini muhafaza için, dikkat olunacak
şeylerden biri de yukarda söylendiği üzere vav'ın taklil-i
istimalidir. Bizim vav'a ihtiyacımız o kadar azdır ki bir
muharririmiz içinde velev bir tane olsun vav-ı âtıfa (ve bağlacı)
bulunmamak şartıyla bir cilt yazabilir. Şu halde vav'ın istimalini
istediğimiz kadar azaltabiliriz.
"Bâlâdaki ifadattan anlaşıldığı üzere vav ne kadar az
istimal olunursa, şive-i Osmaniye o kadar riayet edilmiş olur.
"b) En eski yazınımızda 've' bağlacının bulunmayışını göz
önünde tutan Millî Edebiyatçılar (Ziya Gökalp, arkadaşları)
onu ulusal saymıyor, kullanmamaya çalışıyorlardı. Ömer
Seyfettin, güzel öykülerinde 've'den elden geldiğince kaçınır;
onun yerine -uyarına göre- virgül, noktalı virgül, ya da 'ile' bağlacını
kullanırdı. Son öyküleri 've'sizdir.
"c) Bir soruya, Nurullah Ataç da şöyle karşılık veriyor:
"'Ve'den hoşlanmıyorum. Türkçenin 'ile'si, 'de'si varken
Arap'ın 've'sini niye kullanayım? On altı yıldır birçok yazılar
yazdım, kitaplar çevirdim. Hiç bir zaman da eksikliğini duymadım.
(Türk Dili, 137, Enver Naci Gökşen)[ii]
"Bütün bu çabalar, 've'nin kullanılışını durduramamıştır.
Oysa dokuz yüzyıl önce şu kesin yargı ile Kâşgarlı, ne erişilmez
üstünlüğe yükselmişitr:
"Kelimeler arasında vav-ı âtıfa kullanmadık; çünkü Türk
Dilinde onun yeri yoktur, bunu anla. (I, 23)"[2]
"Eski Türkçede 've' yoktur. 'Ve' ile yapmak istediklerimizi
virgüllerle yapabiliriz. Bu kadar da değil. 'Ve'den başka 've de'
diye bir uydurma sözcük de var."[3]
"... günümüz yazarlarından çoğu, ve bağlacını
kullanmaz olmuşlardır."[4]
"... 've' var mıdır bizim geleneğimizde? Firenkçeden girmiş
değil midir dilimize? ... 'Ve'yi böyle sık kullananlar Türkçeyi düşünmüyorlar.
Başka dillerden bir yazı çevirirken, bakıyorlar ki bir 'et',
'und', 'and', 've'yi koyuveriyorlar. Oysa o tilciklerin kendi
dillerinde, birçok anlamları vardır, 've' yetmez onları göstermeğe."[5]
Ve kendisiyle aşağı yukarı yüz yıldır böyle uğraşılan
"ve", gene de yaşıyor... Özgürlük, zorunlukları anlayıp
ona göre davranmak ise, dil geliştirmede de öyle yapmak, özgür
olmak gerekir. Eski Türkçede "ve" yok mudur?
"Ve"nin varlık gerekçesi nedir?
"Ve", Türkçeye Arapçadan girmiş bir sözcüktür. Onun
eski Türkçede bulunmadığı, yalnızca bu anlamda söylenebilir.
Eski Türkçede "ve"nin yerini "takı" sözcüğü
tutmakta idi.[6] Bang ve Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı'nı
bugünkü dilimize çevirirlerken, "takı" sözcüklerinin
çoğu için "ve" karşılığını kullanmışlardır.[7]
Besim Atalay, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi'nde "takı"yı
ya "ile", ya da "ve" diye çevirmişitr.[8]
Eskiden çok değişik anlamlarda kullanıldığı anlaşılan[9]
"takı" sözcüğünün değişimleri ve Anadolu Türkçesinde
yerini bıraktığı sözcükler şöyledir:
1) Takı ®
dakı ®
dahı ®
dahi ®
de (dahi anlamında).[10]
2) Takı ®
dakı ®
dahı ®
dahi ®
bile (bazan de ve seyrek olarak gene dahi).
3)Takı ®
dakı ®
dahı ®
daha (veya, dahi ®
daha ve henüz, hâlâ).
4) Takı ®
dakı ®
dahı ®
dahi ®
ile, ve, de (ve anlamına).
"Takı"nın dilimizdeki en eski sözcüklerden biri olduğu
belgelerle gösterilebilir. Bu sözcük, Kül Tigin Anıtında (M. S.
732) kullanılmıştır:
"... anca takı erig yirte benggü taş tokıtdım
bitiddim."[11]
Stein'ın bulduğu elyazmalarından Irk Bitiğ'de de vardır:
"kidizig subka suukmuş takı ur katıgdı batır."[12]
Eski Türkçede "ve"nin yerini tutmuş "takı"ya
birçok örnek gösterilebilir. Oğuz Kağan Destanı'nda, Bang
ve Rahmeti çevirisine göre, "de" yerine kullanılmış 1
"takı"ya karşılık, "ve" yerine kullanılmış
6'dan çok "tak" vardır. Bu, Eski Türkçede
"ve"nin yerini tutmuş bir sözcüğün yalnız var olduğunu
değil, çok kullanıldığını da kanıtlar. İşte Oğuz Kağan
Destanı'ndan seçilmiş örnekler:
|
... kün-
lerde bir kün avga çıktı. çıda birle
ya ok birle, takı kılıç birle, kalkan
birle atladı. ... toydın song oguz
kagan beglerge il künlerge
çarlık birdi. takı tedi kim: men sinler-
ge boldum kagan, alalıng ya takı
kalkan. ... ulug bir tag bar
irdi. öse üstünde ton takı muz
bar turur. ...
... kıpçak tegen sen beg bolun,
tep tedi. takı ilgerü kitdiler.
... İrkek böri birle sındu, takı tang-gut, takı
şagam yınggaklarıga atlap kitdi.[13] |
Kutadgu Bilig'te (1069-1070),
"ve"nin yerini tutan takı vardır, ama "takı"
(ve) ile başlayan birkaç "bap" bulunması ilginçtir. Örneğin
baplardan biri şöyle başlar:
Takı bir kutu bilge âlimler ol[14]
Bugün yerlerine "ve" koyabileceğimiz "takı"lara
Divanü Lûgat-it-Türk'ten de örnekler verilebilir:
|
Todhgurmadı ıtımı
Turgugalır atımnı
Südi meninğ kutumnı
Kaz takı kordayımı
İltip tarığ kodhmadı
Sıçkan takı sıkırgan
Kizlep nelük kütersen
Emdi anı kısırgan
Yaşnat kılıç başnı üze kakkıl yara
Bıçlıp anınğ boynı takı kalkan tura[15] |
Divan, 1068-1072 yıllarında yazılmıştır,
ama bu örnekler daha eski bir çağın ürünü olmak gerekir.
Kâşgarlı'nın Türkçe ile "ve" (vav-ı âtıfa) ilişkisi
için söylediklerine gelince, "Kelimeler arasında vav-ı âtıfa
kullanmadık; çünkü Türk Dilinde onun [Metinde bunun] yeri
yoktur, bunu anla." tümcesinin geçtiği paragraf şudur:
"Edebiyatçılara uymuş olmak, Arapça kelimelerin binasına
benzetmek için önce sonu 'b' [Metinde "b" Arap
harfiyledir.] olan isimleri yazacağız, sonra bütün hece harflerini
bitirinceye değin ilerleyip gideceğiz. Bununla beraber kelimelerin
başı ile sonu göz önüne alınacaktır. Hangi harf, hemzeye
[elife] daha yakınsa, yazıda, onu ötekilerden önce koyduk ve
kelimeler arasında 'vav-ı âtıfa' kullanmadık; çünkü Türk
Dilinde bunun yeri yoktur, bunu anla!"[16]
Bu parçadan şu anlanır: Kâşgarlı, Divanü Lûgat-it-Türk'ü
yazmadan önce ve yazarken, Türkçede "ve"nin (vav-ı âtıfanın)
kullanıldığına tanık olmamıştır. Anlattığı kurala göre sıraladığı
Türkçe sözcükler arasına vav-ı âtıfa koymaması, birincisi,
bundan ötürüdür. Yoksa, Divan'daki kimi sözcüklerin kökenlerini
açıklarken Türklerin, Sartların vb. yaşayışlarına başvurmak
gibi nesnel yöntemleri başarıyla kullanan Kâşgarlı, "vav-ı
âtıfa"yı duraksamadan kullanıp onun Türkçeye Arapçadan
girdiğini yazmakta sakınca görmezdi. Kâşgarlı bu konuda bağnaz
değildir. Öyle olması için gerekçe yoktu. İkincisi, Divan'ın
bir sözlük olduğu anımsanırsa, "kelimeler arasına
vav-ı âtıfa koymadık" sözüyle ne demek istediği anlanıverir.
Kâşgarlı, böyle durumlarda, Türkçede sözcükler arasına
"takı" veya onun yerini tutacak başka bir sözcük konduğuna
da tanık olmamıştır. "Türk Dilinde bunun yeri yoktur",
demesinin anlamı budur. Gerçekte söz konusu olan vav-ı âtıfa değildir,
bir kullanım biçimidir. "Ve"den hoşlanmayanlar, tutumlarının
doğruluğunu savunmak için Kâşgarlı'ya başvurmaktan kaçınmalıdırlar.
eski bir başvurağı aramaktan da vazgeçmelidirler.
Peki, Türkçede ilk "ve" ne zaman kullanılmıştır? Bu
sorunun kesin yanıtı pek de önemli olmadığı için Kutadgu
Bilig bu amaçla taranmamıştır. Atabetü'l-Hakayık'ta,
"ve"nin yerini tutmuş "takı" aranırken
"ve"ye rastlanmıştır:
amel koddı âlim ve zahid vera.[17]
Buna dayanarak ve Atabetü'l-Hakayık'ın XII. yüzyılın
ikinci yarısında yazılmışlığı varsayılarak, "ve"nin
Türkçeye en az 800 yıl önce girdiği söylenebilir.
"Takı", yerini "ve"ye birdenbire kaptırmış
olamaz. Bu iki sözcük bir süre yarışmış ve yanyana yaşamış
olmalıdır. Nitekim bunun örnekleri Dedem Korkut'ta görülür. Onda
hem "ve"nin yerini tutan "dahı", hem
"ve", hem de "ve dahı" vardır:
"Cenk ve savaş etdi. ... Aydur: Mere bezirganlar, bu aygırı
ve dahı bu yayı ve bu gürzü, ve bu kılıcı,
dördünü mana verün, dedi. ... Bay Büre Beg ayıtdı: İmdi Dede,
köpek ile püreyi sen bul, dedi. Dahı kendüsü tavla tavla
atlarına vardı, bin aygır seçdi. ... Beyrek otuz dokuz yigidinün
üzerine geldi. Anları sağ ve esen buldu. Bir dahı
kimse yazı yerde yoldaş koyup kaçmaya dedi. Dahı konur atın
ökçeledi. ... yola girdi, evine geldi."[18]
Dedem Korkut Destanları XIII. yüzyılda iyice biçimlenmişti.[19]
Yazılmaları da o çağdaki biçimlerine ve dile uygunsa, "dahı"
(takı) ile "ve"nin XII. ve XIII. yüzyıllarda yarıştığı
söylenebilir. O destanlarda "ve" ile "dahı"nın
kucaklaşıp birlikte yaşamaya başladığı da görülmektedir.
"Ve dahı", ilerde "ve de" olacaktır. Açıkça görülüyor
ki "ve de" (ve dahı) uydurma bir sözcük değildir, yukarıda
belirtilen sürecin belirli bir aşamasında kaynaşmış iki sözcüktür.
"Ve dahı"ya Mercimek Ahmet'te de rastlanır:
"Cehdet ki senin dahı adın tevarihlerde yadgâr kala. Ve dahı
benim atam ki senin abandır, on üç ataya, Keykâvus ibn Kubad'a
erer ki Nişünrevan-ı Âdil'in karındaşıdır ve senin anan gazi
padişah Sultan Mahmut ibn Nâsırüddin kızıdır ve dahı
benim atamın anası Deylem Meliki Emir Hasan Firüzan kızıdır. ...
onun nakkaşlığın yüzünden fikreyleme. Ve dahı bilmiş
ol, ey oğul kim nakkaş nakşının kemalin mahall-i kabul olmayan
yerde yazmaz."[20]
Buraya değin söylenmişlerin ışığında, "ve dahı" (ve
de), kendi içinde gereksiz bir ikileme gibi görünmektedir. Ancak,
"ve dahı"yı (ve de'yi) bir çeşit pekiştirme veya
vurgulama da saymak, ve de bu niteliğini göz önünde tutarak
kullanmak, neden yanlış olsun? Nitekim Mercimek Ahmet'ten alınan örnekteki
ikinci "ve"den sonra kullanılan "ve dahı", bu görüşü
doğrular görünüyor.[21]
Ebülgazi de, "ve"yi ve onun yanı sıra "ve takı"yı
kullanmıştır. Oğuz Kağan Destanı'ndaki şu parça:
|
irkek böri birle sındu, takı
tang-gut, takı
şagam yınggaklarıga atlap kitdi.
köp uruşgudın, köp tokuşgudın song
anlarnı aldı.[22] |
Ebülgazi'de şöyledir:
"andın song yürüp Hıtaynı aldı, ve Çürçetni aldı, ve
takı Tangkutnı aldı."[23]
Bu iki parçanın karşılaştırılması, "takı" ile
"ve", "takı" ile "ve takı" ilişkisini
açıkça gösterir.
"Ve", Türkçeye, Osmanlıca doğmadan önce girip yerleşmiştir.
XIII. yüzyılda, Yunus Emre "ve"yi kullanmıştır:
|
Kanı mülke benim diyen
Köşk ü saray beğenmeyen?
Kimisi zevk ü işrette, kimi saz ü beşarette;
Kimi belâ vü mihnette, dün olmuş günleri gördüm. |
Türkçenin yazılı geçmişinde önemli yerleri
olan şairler, "ve"yi kullanmışlardır. XIV. yüzyılda
Hacı Bayram ve Âşık Paşa:
|
Ben dahı bile yapıldım
Taş ü toprak arasında.
Kamu dilde var idi zabt u usûl
Bunlara düşmüş idi cümle ukûl. |
XV. yüzyılda Kaygusuz Abdal ve Süleyman Çelebi:
|
Gerçi et ve deridir
Cümlenin serveridir.
Gökler açıldı vü fetholdu zulem. |
XVI. yüzyılda Pir Sultan Abdal:
|
Erelim Ali sırrına
Çıkalım meydan yerine
Can ü başı hak yoluna
Koyamazsın demedim mi?[24] |
Örnekleri çoğaltmanın gereği yoktur. Burada,
duraksamadan, şu sonuca varılabilir: "Ve", kimilerinin sanıp
söylediği gibi Osmanlıcadan Türkçeye değil, tersine, Türkçeden
Osmanlıcaya girmiştir. "Ve" hep "ve" olarak yazılmış,
ama bazan ve biçiminde söylenmiş, bazan da -Farsça söyleyişe
özenilerek- ü, vü biçimlerinde belirtilmiştir; ve
sonunda, yazıldığı gibi okunur ve söylenir olmuştur.[25]
"Ve", "takı"nın yerini almıştır, ama tümüyle
değil. De (dahi), bugün bile, kimi kullanımlarda "ve"nin
yerini tutmaktadır. Karşıt anlamlı eylemlerden kurulmuş iki tümceyi
bağlayan "de" böyledir.[26] Örneğin,
"Hadi, git de gel!" = "Hadi, git ve
gel!" Başka örnekler de verilebilir: O söylenmiş de bu
söylenmemiş (unutulmuş). = O söylenmiş ve bu söylenmemiş
(unutulmuş). Sert konuşmuşsun da onun için alınmış. =
Sert konuşmuşsun ve onun için alınmış. Dilediğinizi
yapacaksınız, biz de hoş göreceğiz, öyle mi? = Dilediğinizi
yapacaksınız ve biz hoş göreceğiz, öyle mi? Söyledim, söylerim
de. = Söyledim ve söylerim. (Son iki örnekte de
"ve"nin yerini tutuyor, ama sözcük sıralamasında yerleri
aynı değil. Bunu şaşırtıcı saymayıp "ve" yerine de
kullanmaya çalışırken mekanik davranmaktan sakınmalıdır.) -ip
yapılı ulaçla birlikte kullanılan de "ve"nin
yerini tutar: Söyleyip de geçiverdiğin = Söylediğin ve geçiverdiğin.
Başka örnekler de bulunabilir. Önemli olan, bilebildiğime göre,
"ve"den hoşlanmayanların sorunu araştırmaya dayalı örnekler
vererek çözmeye çalışmamış olmalarıdır.
Eski Türkçede "ve"nin yerini tutmuş "takı" sözcüğünün
varlık gerekçesi ve "ve" sözcüğünün Türkçeye neden
girip yaşadığı, "ve"nin gereksiz olduğu görüşüyle açıklanmaz.
Bu görüşü "ve"nin kendisi, yaşayarak çürütmektedir.
Bununla birlikte, "ve"nin gereksizliği üzerine söylenmişleri
irdelemekte yarar vardır.
1) "Ve"nin yerine, her zaman, vigül, noktalı virgül
konabileceği ve "de" veya "ile" kullanılabileceği
doğru mudur? Hayır! Örneğin, Orhan ve Oğuz ile birlikte
tasarladıklarını gerçekleştirmekten vazgeçti, tümcesindeki
"ve"nin yerine bunların hiçbiri konamaz ve kullanılamaz.
Heinrich Böll'ün ünlü romanı Und sagte kein einziges Wort,
dilimize Ve O Hiç Bir Şey Demedi adıyla çevrilmiştir. Bu
romanın adındaki "ve" atılabilir mi? O "ve"nin
yerine, bugün, "dahi" de konamaz. Ama "ve"den hoşlanmayıp
onu kullanmamak gerektiğini söyleyen ve kullanmayanlar, zamanında
"dahi"yi gereği gibi kullanmaya başlasalardı, bugün o
"ve"nin yerine belki de "dahi" konabilirdi. Gerçekte,
"ve"yi sevmeyenler onu kullanmadan edemedikleri gibi,[27]
"vs." yerine "vb."den başka ne kullanılabileceğini
de göstermiş değillerdir.[28]
2) Türkçede "ve" ile başlayan tümceler kurmak,
kimilerinin sandığı gibi, Batılı dillere özenip onları örnek
tutmanın sonucu değildir.[29] Bu incelemede verilen örneklerin
birçoğunda görüldüğü gibi, eski metinlerde "takı"
da, "ve" de, tümce başında kullanılmıştır.
3) "Ve" yerine virgül kullanılabildiği zamanlar bile,
virgül onun yerini gereği gibi tutamaz. Şöyle iki sıralama düşünülebilir:
a) Ahmet, Mehmet, Hüseyin, Hüseyin'in karısı...
b) Ahmet, Mehmet, Hüseyin ve Hüseyin'in karısı...
Bu iki sıralama arasında, b'de a'daki virgüllerden
birine karşılık "ve" bulunmasından başka bir fark daha
vardır: b sıralamasında "ve"ye gelinince, sıralama
veya sayma işinin artık sonuna gelindiği seziliverir. Oysa a
sıralamasında bunu sezmek olanaksızdır. Demek ki b sıralaması
okurun anlayışını geleceğe hazırlayan bir sıralamadır, bu özelliğini
de "ve"nin varlığına borçludur. Bu küçük (?) fark, önemsenmeye
değmez mi?
4) Dilde "duyun" (esthetic) ağır basınca, özellikle
şiirde, "ve" çok önemli bir sözcük olabilir. Örneğin
aşağıdaki dizelerden "ve"ler kaldırılıp yerlerine
uygun görünen yazım işaretleri ve sözcükler konunca geriye ne
kaldığı kolayca görülebilir:
|
Onlar ki uyup hainin iğvasına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice mürtede hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur.[30] |
Bir şiirde "ve" bir dize bile olabilir.[31]
"Konuşsun ve yağsın ve terlesin ve yansın"[32]
gibi üç "ve"li bir dizedeki "ve"ler, şiirin alt
dizeleriyle şaşırtıcı bir bağlantı kurmaya yarayabilir. Duyunlu
(esthetic) bir dildeki "ve"ler, öyle görünüyor ki
duyunu yok etmeden kaldırılamaz ve yerlerine başka şey konamaz.
5) "Ve"siz bir dilin daha yalın olduğu savına gelince,
yalınlık kolay ve yanlışsız anlanır olmak ise, "ve"li
bir dil daha yalın olabilir. Örneğin aşağıdaki örnekten
"ve"ler kaldırılıp yerlerine uygun görülecek başka sözcükler
ve yazım işaretleri konursa, tümce güç anlanır olur:
"İnsanın ataları gittikçe daha dik durur, elleri ve kolları
tutmak ve başka amaçlar için, ayakları ve bacakları desteklik
etmek ve yer değiştirmek için gittikçe daha çok değişikliğe uğrarken,
sayısız yapı değişmeleri de zorunlu olmuştur."
6) "Ve"nin yazara yazma kolaylığından başka hiçbir şey
sağlamadığını sananlar da vardır.[33] Bu sanıyı
tartışmak, bütün bunlardan sonra, herhalde gerekli değildir. Ama
bu doğru bile olsa, "ve"yi kullanmamak için değil,
tersine, kullanmak için gerekçe olmalı değil midir? Yazma
kolaylığı sağlayan bir sözcük, hangi nedenle gereksiz sayılabilir?
7) "Ve"siz kitaplar yazılabileceği doğrudur. (Başka
dillerde de yapılabilir bu.) "Ve"siz anlatımın da kendine
özgü bir yeri, güzelliği vardır. Oğuz Kağan Destanı'nda
bunun örnekleri görülür:
|
... kene künlerdin bir kün ay kagan-
nung kösü yarıp bodadı. irkek oğul toğurdı.
oşul oğulnun önlüki çırağı kök
irdi. ağısı ataş kısıl irdi, kösleri al, kaşları saçları
kara irdiler irdi. yakşı nepsikilerdin
körüglügrek irdi. oşul oğul ana-
sının kögüsünden oğuznı içip mundın
artıkrak içmedi. yiğ et, aş, sürme
tiledi. tili kile başladı, kırık küdin song
bedükledi, yüridi, oynadı.[34] |
Bu anlatıma Dedem Korkut öykülerinde de rastlanır:
"Durdu, atına bindi, doğanın eline aldı, ardına düştü.
Bir iki gögercin öldürdü. Döndü evine geliyoruriken Azrail atının
gözüne göründü. Deli Dumrulu götürdü, yere urdu. Kara başı
bunaldı, bunlu kaldı. Ağ göğsünün üzerine Azrail basup kondu.
Bayak mırlarıdı, şimdi hırlamağa başladı."[35]
(Bu öykülerin kimisinde "ve" hiç kullanılmamıştır.)
Bu anlatım, bugün de, kimi yazarlarımızın öykülerinde ve
romanlarında görülebilir. Bu, öyle görünüyor ki, bilime,
felsefeye vb. değil, özellikle öykülemeye uygun, belki de
geleneksel bir anlatımdır.
8) XIX. yüzyılın ikinci yarısında, dilin yalınlaşması gündemde
iken, Muallim Naci'nin "ve" az kullanılsın istemesi yadırganmaz.
Ama "Türkçeleşmiş Türkçedir." diyen Ziya Gökalp,
"ve"yi kullanmaktan kaçındı ise, kendisiyle açıkça çelişmiştir.
Ataç'a gelince, o, özleştirmeciliğin doruklarından inmemiştir.
Onun için "ve"yi kullanmamış olması pek de önemli değildir.
"Ve"yi kullanmamak için nesnel hiçbir gerekçe gösterilemez.
Dilimiz "ve"yi özümsemiştir. Eskiden "ve"nin
yerini de tutmuş olan "takı" (dahi, de), artık, birtakım
özel durumlar sayılmazsa, onun yerini tutamaz olmuştur. Durum bu
iken, "ve"nin gereksiz olduğunu, kullanılmamak gerektiğini
söyleyip durmak, dilimizin gelişimine ne gibi bir katkıda
bulunabilir? "Ve"yi kullanmamak Türkçeseverlik belirtisi
değildir, olamaz da. Türkçenin gelişmesinden yana olanlar, yeri
geldikçe, "ve"yi hiç çekinmeden kullanmalıdırlar.[36]
1 Tahir
Nejat Gencan, "Kâşgarlı Mahmut'un Öztürkçeciliği", Türk
Dili, 1 Haziran 1972.
2 Gencan, ay.
3 Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, "Türkçe Niçin
Klasik Dildir?", Türk Dili, 1 Eylül 1971.
4 Haydar Ediskun, Yeni Türk Dilbilgisi (Remzi
Kitabevi, İstanbul, 1963), s. 316.
5 Nurullah Ataç, Günce (TDK Yayınları: 342/2,
Ankara Üniversitesi Basımevi, 1972), s. 533, 792.
6 Ediskun, agy., 315.
7 W. Bang ve G. R. Rahmeti, Oğuz kağan Destanı (İstanbul
Üniversitesi Yayınlarından: 18, İstanbul, 1936), s. 10-13.
Bang ve Rahmeti, Index'te, "takı" sözcüğü için
"yine", "ve", "dahi" karşılıklarını
vermişlerdir (s. 64). Yine karşılığının verilmiş olması,
"takı ilgerü kitdiler" (s. 22) tümcesinin, bugünkü
dile, "yine ilerlediler" (s. 23) diye çevrilmişliğindendir.
Oysa o tümce, ya "ve ilerlediler", ya "ve ileri
gittiler", ya da "daha ileri gitttiler" diye çevrilmek
gerekirdi; çünkü Destan'da "yine" (kine) ve
"gene" (kene) sözcükleri vardır ve epey sık kullanılmıştır.
Öte yandan, "takı taluy, takı müren" (s. 16), "daha
deniz, daha müren (ırmak)" (s. 17) diye, ve "alalıng ya
takı kalkan" (s. 16), "alalım yay ile kalkan" diye çevrilmişse
de, "daha" ve "ile" sözcükleri "takı"nın
karşılıkları arasında verilmemiştir. Bu karşılıklar içinde
en çok kullanılan ise "ve"dir.
8 15. nota bakınız.
9 Kâşgarlı, "takı"nın "dahi",
"daha" anlamlarına geldiğini bildirip şunu eklemiştir:
"Oğuzcada 'ile' anlamınadır." Bkz.: Kâşgarlı Mahmut, Divanü
Lûgat-it-Türk (Tıpkıbasım, TDK, Alâeddin Kıral Basımevi,
Ankara, 1941), s. 545. Ve, Besim Atalay, Divanü Lûgat-it-Türk
Tercümesi (TDK, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1941), c. III, s.
226.
Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkutun Kitabı'ndaki sözlükte,
kaynaklar gösterip "dahı"nın türlü yerlerde keza,
hem, tekrar, mükerrer, hâlâ, henüz,
de, yine anlamına daha, diğer, dahi;
ve hem anlamına yine; metinde ise artık, bundan
böyle, hem, hâlâ anlamlarına geldiğini
bildirmektedir. Verilen karşılıklar arasında "ile" ile
"ve"nin yokluğu, herhalde giderilmesi gereken bir
eksikliktir. Bugün "ve" de, "dahı" gibi, çok değişik
anlamlarda kullanılıyor. "Et", "und" ve
"and" sözcüklerinin kendi dillerinde birçok anlamı olduğunu
bilen Ataç'ın bunu bilmemesi, biliyorsa görmezlenmesi ilginçtir.
"Ve"yi yalnızca bir bağlaç sayıp soruna gramer açısından
bakmakla yetinmek, yanlıştır.
10 Kâşgarlı, Türklerin "dahi" anlamına
"takı", Oğuzların "dakı" dediklerini yazmıştır
(Atalay, ay., c. II, s. 195). Sözcük, Dedem Korkut'ta "dahı"
biçimindedir. Öyleyse, geçirdiği değişim, herhalde bu sırayı
izlemiştir.
11 Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri (MEB, Devlet
Kitapları, İstanbul, 1970), s. 51.
12 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları II,
(TDK, İstanbul, 1939), s. 81.
İsmet Zeki Eyuboğlu, "daha" sözcüğü ile ilgili olarak
şöyle yazıyor: "Daha, eski Türkçe takı'dan. Bunun taki,
dahi gibi söylenişleri de vardır. Anadolu Türkçesine Asya
Türkçesinden geçtiği sanılan dahi'nin Hititçe eşanlamda dakkı
(takkı) sözcüğüyle yakınlığı, özdeşliği ilginçtir. Hitit
kaynaklı olması uygun görünüyor." Bkz.: İsmet zeki Eyuboğlu,
"Anadolu Türkçesi LII", Yeni Ufuklar, Aralık
1973.
Türkler Anadolu'ya geldiklerinde, dillerinde takı (dahı) sözcüğü
vardı. Hint-Avrupa dillerinden olan Hititçedeki dakkı ile bu
sözcük arasındaki benzerlik ve varsa özdeşlik, bir rastlantı
olmalıdır. Onun Hitit kaynaklı olduğunu söylemek için Anadolu'yu
İ. Z. Eyuboğlu gibi yorumlamak yetmez; Türkler Anadolu'ya gelmeden
önce Hititçeden Türkçeye nasıl girdiğini de göstermek gerekir.
Bu ise olanaksızdır. [Bkz.: iii. sonnot.]
Takı sözcüğü, takmak eyleminin köküne -i
eki getirilerek türetilmiştir. Kadınların takındıkları
nesnelerin genel adı olan takı gibi.
13 Bang ve Rahmeti, agy., s. 10, 16, 22, 24, 26.
14 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig (Tıpkıbasım II,
Fergana Nüshası, TDK, İstanbul, 1943, iç kapakta 1942), s. 312. Ve
Kutadgu Bilig (Tıpkıbasım III, Mısır Nüshası, TDK, İstanbul,
1943), s. 257.
15 Besim Atalay, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi
(TDK, Ankara, 1940, 1941), c. I, s. 177 ve c. II, s. 263, 264, 356.
Atalay bu örneklerdeki "takı"lı dizeleri şöyle çevirmiştir:
"Kazımı ve kuğumu", "Sıkırganla sıçan",
"Onun boynunu ve tura kalkanını da biçerek".
16 Atalay, ay., c. I, s. 23.
17 Edip Ahmet B. Mahmud Yükneki, Atabetü'l-Hakayık
(Reşid Rahmeti Arat, TDK, İstanbul, 1951), s. 73.
18 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı (Başbakanlık
Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, İstanbul, 1973), s.
14, 33, 39, 57, 64.
19 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı (TDK Yayınlarından:
169, Ankara, 1958), s. 55.
20 Keykâvus, Kabusname (çeviren: Mercimek Ahmet,
ikinci basılış, MEB, İstanbul, 1966), s. 7 ve 11.
21 O. Ş. Gökyay, "ve dahı" için şu karşılıkları
vermiştir: "Bundan başka, hem de, ve daha". Verilen karşılıklar
da bu görüşü doğrulamaktadır. (Gökyay, bu karşılıklara
"ve de"yi de eklemeliydi.) Bkz.: Gökyay, agy., s. 300.
22 Bang ve Rahmeti, agy., s. 26.
23 Ay., s. 49.
24 Yukarıdaki örnekler öğretim amacıyla yazılmış
iki kitaptan alınmıştır: Abdurrahman Nisari, Metinli Türk
Edebiyatı, Lise II. Sınıf (İnkılap Kitabevi, İstanbul,
1954), s. 49, 63, 69, 132. Rauf Muluay, 100 Soruda Türk Edebiyatı
(Gerçek Yayınevi, İstanbul, Mart 1969), s. 41, 62, 63.
Bu iki yazar, "ve"li örnekler seçmeye özenmiş olamaz.
Demek ki adı geçen şairlerde "ve"li epey dize
bulunabilir.
25 Ediskun, agy., s. 316-317.
26 Ay., s. 301.
27 Örneğin T. N. Gencan, adı geçen yazısının daha
ikinci tümcesinde "ve" kullanmıştır. Ataç şunları
yazmıştır: "Türkçe'den 've' büsbütün kalkabilir
demiyorum, birkaç halde başka türlü söylenemiyor. Meselâ: 'ilk
ve son defa olarak'. Gerçi basmakalıp bir sözdür ama basmakalıp sözleri
de kullanmak zorunda kalırız. İnsan: 'Ben ilk ve son defa sözünü
hiç kullanmayacağım' diyebilirdi. 'Falancayı ilk ve son görüşüm
on yıl öncedir' demek gerekse, başka nasıl söyleyebilirsiniz? Bazı
kurul adlarında da kaldırılamaz: 'Kasaplar ve Celepler Birliği',
'Kasaplarla Celepler Birliği' denemez ya! Daha böyle üç beş yer
var, işte o kadar." Bkz.: Nurullah Ataç, Söyleşiler
(TDK Yayınları: 231, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1964), s.
17-18.
Ataç aşırılık döneminde "ve"yi hiç kullanmamış
olabilir. Şöyle der: "'Ve'yi, iyice biliyorum, 1940 yılının
bir güz günü bıraktım." Bkz.: Günce, s. 675.
Ancak hiç "ve"siz yazmış ilk yazar değildir. Aziz Nesin
diyor ki: "Kantarağasızade Ömer Selâhattin'in ... Âdil
Mevlâ adlı kitabı bu elimdeki. 1919'da yazılmış. ... 1927'de
kitap olarak çıkmış. Kitabın başında şöyle deniyor: 'Bu vavsız
kitabı Edebiyat-ı Cedide'ye karşılık Mehmet Rauf Bey'e çam sakızı
çoban armağanı ediyorum.' Kitabın içinde vav, yani ve
yok. Bkz.: Dilde Özleşmenin Sınırı Ne Olmalıdır? (TDK
Yayınları: 195, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1962), s. 26.
28 "Vb." ile Ve O Hiç Bir Şey Demedi örneklerini
özel bir söyleşi sırasında Cemal Süreya vermişitr.
29 Ataç'ın da sanısıdır bu. Der ki: "Abdülhak Şinasi
've' edatını cümle ortasında kullanmakla kalmıyor, cümlenin başına
da getiriyor: 'Ve Fahim Bey...' Hep Fransızca düşünüyor da onun için."
Bkz.: N. Ataç, Söyleşiler, s. 17.
"Besim Atalay ... 'sayın okuyucularım, bundan ne anladınız?
Ve ne anlaşılır?' diyor. Buradaki 've' var mıdır bizim geleneğimizde?
Firenkçeden girmiş değil midir dilimize?" Bkz.: Ataç, Günce,
s. 533.
30 Nâzım Hikmet, Kuvâyı Milliye (Bilgi Yayınevi,
Ankara, Temmuz 1968), s. 11-12.
31 Cemal Süreya, Beni Öp Sonra Doğur Beni, (e Yayınları,
İstanbul, Ekim 1973), s. 12.
32 C. Süreya, ay., s. 20.
33 Şemsettin Ünlü, "'Ve' sözcüğü", Türk
Dili, 1 Eylül 1972.
34 Bang ve Rahmeti, agy., s. 1.
35 Gökyay, agy., s. 77.
36 Bu incelemenin EK'ini buraya almıyorum. O EK,
Cemal Mıhçıoğlu'nun "'Ve' Bağlacından Nasıl
Kurtuluruz" (Türk Dili, Nisan 1975) adlı yazısı üzerine
kaleme alınmıştı. Mıhçıoğlu "ve"den kurtulmanın 27
yolu olduğunu sözde örneklerle öne sürüyordu. İşin nerelere
vardırıldığını daha ayrıntılı görmek isteyen okurlara o yazıyı
ve bu incelemenin ekini okumalarını salık veririm. Bkz.: Ragıp
Gelencik, "Ek ya da 'Ve'den Kurtulmak Uğruna", Soyut,
sayı 81, Temmuz 1975.
Bu inceleme yayımlandıktan bir yıl sonra ve ile dakı'nın
nasıl ve nice karşılıklı olduğunu gösteren çok güzel bir örnekle
karşılaştım. Muhammed Bin Hamza'nın ketebesindeki tarih 827/1424
olan satır arası Kur'an çevirisinde (Arapça her sözcüğün tam
altına Türkçesi yazılarak yapılmış bir çeviri.) 6 ayetlik Kâfirun
Suresi'nin 4 ayeti şöyledir:
Ve lâ entüm abidüne
mâ a'bud
Dakı degülsiz tapıcılar, ana kim taparın
Ve lâ âbidün mâ abedetüm
Dakı degülven ben tapıcı, ana kim tapdunuz
Ve lâ entüm âbidüne mâ a'bud
Dakı degülsiz tapıcılar, ana kim taparın
Leküm dinüküm ve liye din
Size dinünüz dakı bana dinüm
Bkz.: Muhammed Bin
Hamza, Kur'an Tercümesi, (Hazırlayan Dr. Ahmet Topaloğlu), Kültür
Bakanlığı yayınları: 227, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul,
1976.
i Ragıp
Gelencik, "Türkçede 'Ve'", Dil ve Politika (Fe
Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 113-128. Bu yazı ilk kez Soyut
dergisinde (Ragıp Gelencik, "Türkçede 'Ve'", Soyut
(dergi), sayı 81, Temmuz 1975.) yayınlanmıştır.
Öner Ünalan, bu incelemesinin yayınlanmasından 24 yıl sonra, Türkçede
"ve" konusunda (bu inceleminin özeti sayılabilecek) bir
"değinti" yazmıştır. Bkz.: Ragıp Gelencik, "Ve'li
Düşünceler", Evrensel Kültür (dergi), sayı 87, Mart 1999,
s. 47. (Yazıyı okumak için buraya
tıklayınız.)
Öner Ünalan'ın, incelemesinin "Ek ya da 'Ve'den Kurtulmak Uğruna"
adlı EK'ini (bkz.: 36. dipnot), Soyut'un 81. sayısı
elimizde olmadığından, aktaramıyoruz. Bu eksiği gidermeye çalışacağız.
ii Öner Ünalan, "9 Ocak '99" tarihli günlüğünde, Nurullah Ataç'ın "ve" kullanmadan yaptığı bir çevirisi üzerine şunları söylüyor:
9 Ocak '99
1940'larda MEB'ce yayımlanmış bir kitabın (Aisopos, Masallar) yeni bir baskısı geçti elime. Kitabın çevirmeni Nurullah Ataç. Belki yarım yüzyıl önce okuduğum
Masallar'ı gözden geçirirken kimi masal adlarına takıldım:
At, Öküz, Bir de Aslan
Aslan, Tilki, Bir de Geyik
Aslanla Promethus, Bir de Fil
Eşek, Horoz, Bir de Aslan
Eşek, Tilki, Bir de Kurt
Eşek, Karga, Bir de Kurt
Nar Ağacı, Zeytin Ağacı, Elma Ağacı, Bir de Böğürtlen
Yaban Arıları, Keklikler, Bir de Çiftçi
(Aisopos, Masallar, Cumhuriyet gazetesinin armağanı, Eylül 1998, s. 76, 102, 109, 137, 139, 161, 163.)
1940 yılının bir güz günü ve bağlacını kullanmayı bırakan Ataç, bellik ki anlam değişmesine aldırmayıp
ve yerine bir de demiş. "Fazladan" ve yerine göre "yetmezmiş gibi" anlamına gelen "bir de" ve'nin yerini tutamaz. İlk masal adını
ve bağlacını kullanarak yazıyorum:
At, Öküz ve Aslan
Bu söyleyişte ve, aslan'ı kendisinden öncekilere bağlamakla kalmaz, sıralanmışların her birini öbürlerine eşitlik ilgisiyle bağlar.
Ve bağlacını kullanmayan yazarlara diyeceğim yok; çünkü onlar ve'nin yokluğundan doğacak olumsuzlukları bilerek göze almış sayılırlar. Ancak, çevirilerde ve'yi kullanmamak yazara da, yapıta da, okura da yazık etmektir.
Bkz.: Öner Ünalan (Ragıp Gelencik), "Dil Günlüğü", 1. baskı, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, Ocak 2012, s. 175.
Aisopos'un "Masallar" adlı kitabını Nurullah Ataç, "Emile Chambry'nin fransızca tercümesinden" Türkçeye çevirmiştir. Bkz.: Aisopos, "Masallar", (çev. Nurullah Ataç), Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1945.
iii Öner Ünalan, Türkçedeki takı (dahı) sözcüğü ile
Hititçedeki dakkı sözcüğü arasındaki benzerlik ve varsa özdeşlik
konusunda, "15 Ağustos '98" tarihli günlüğünde
şunları söylüyor:
9
Ekim '79
Melih
Cevdet Anday gibi İsmet Zeki Eyuboğlu'nun da Hititçe ile Türkçe
arasında ilişkiler kurmaya çalıştığını anımsadım: "Daha:
eski Türkçe takı'dan. Bunun taki, dahi gibi söylenişleri de
vardır. Anadolu Türkçesine Asya Türkçesinden geçtiği sanılan
dahi'nin Hititçe eşanlamda dakkı (takkı) sözüyle yakınlığı,
özdeşliği ilginçtir. Hitit kaynaklı olması daha uygun görünüyor."
(İ. Zeki Eyuboğlu, "Anadolu Türkçesi LII", Yeni
Ufuklar, Aralık 1973.)
Takı
sözcüğü, Kül Tigin Anıtında (732) kullanılmıştır; gösterdiği
ses ve anlam değişmeleri ile birlikte eski metinlerde sık sık görülür.
Takı (dahi, daha) sözcüğü Türkler Anadolu'ya gelmeden
önce Türkçede vardı. Öyleyse bu sözcük Hititçeden Türkçeye
nasıl geçmiş olabilir? Bunun bir tek yolu var: Hititler, daha
kendileri Anadolu'ya gelmeden önce, Türklerle ilişki kurmuş
olabilirler. Ama bu, sağlıksız bir varsayımdır. Hititlerin
Anadolu-öncesi tarihleri karanlıktır. Bu durumda o sözcüğün
Hitit kökenli olması İ. Z. Eyuboğlu'ya neden "daha
uygun" görünüyor? Eyuboğlu önce eski Türkçe metinlere
bakacağı yerde, onların varlığını unutup veya önemsemeyip
Hititçe sözlüğe bakıyor da ondan.
Bu
Hitit ve Hititçeseverlik vb., Anadolu'ya ve Anadolu insanına
Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyuboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol,
Melih Cevdet Anday, İ. Zeki Eyuboğlu gibi bakan aydınlara özgüdür.
Onlar, Anadolu insanını coğrafyaya (Anadolu'ya) hapsedilmiş bir
tarih görüşüyle anlamaya çalışmışlardır.
Bkz.: Öner Ünalan (Ragıp Gelencik), "Dil Günlüğü", 1. baskı, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, Ocak 2012, s. 34-35.
|
|