|
LENİN VE DİL[i]
"düşünce tarihi =
dil tarihi??"[1]
Felsefi not defterleri'nde dille veya dille de ilgili kimi genellemeler ve
çeşitli düşünürlerden alıntılanmış parçalar, Lenin'in "görüngü" ve
"öz" olarak dil üzerinde önemle durduğunu gösterir. Notların birinde
"dil tarihi" öyle bir bilgi alanı olarak görülür ki, bilgi teorisi ve
diyalektik, kısaca, genellikle "bilgilenme (cognition) tarihi",
bütün bilgi alanı, dil tarihi üzerine de kurulmak gerekir.[2]
Feuerbach'tan alıntılanmış bir parçada maddeselcilik-düşünselcilik
karşıtlığının alaylı bir dille vurgulanıp şey-düşünce-dil ilişkisinin
maddeselci biçimde konduğu görülür: "Bir kimse duyusal, maddesel dünyayı bir
ruhun düşüncesine ve istencine doğurtmaktan utanmıyorsa, şeylerin var oldukları
için düşünülmediklerini, tersine, düşünüldükleri için var olduklarını öne
sürmekten utanmıyorsa, şeyleri sözcüğe doğurtmaktan da utanmasın; şeyler var
olduğu için sözcükler var olduğununu değil de, sözcükler var olduğu için şeyler
var olduğunu öne sürmekten de utanmasın.[3]
Hegel'in aşağıdaki sözünün karşısına bir (?) konmuştur: "Gelişmemiş,
ilkel bir durumdaki budunlarda dil daha varsıldır; dil, uygarlığın ilerlemesi ve
gramerin gelişmesiyle birlikte yoksullaşır." (?)[4]
Lenin'in derlenmiş yapıtları taranınca, çeşitli vesilelerle dilden sözedildiği
görülür, ama özellikle dile ayrılmış sayılabilecek küçük bir parçayla
karşılaşılır:
"Rus dilini bozuyoruz. Gereği yokken yabancı sözcükler kullanıyoruz. Rusçada
üç anlamdaşı -nedoçotı, nedostatkı, probelı- bulunan defektı
sözcüğünü kullanmak neden?
"Genellikle okumayı, özellikle de gazete okumayı daha yeni öğrenmiş bir kimse,
yılmadan gazete okursa, gazetecilikle ilgili dil sapmalarını da doğal olarak, ister
istemez soğurur. Bununla birlikte, zarar görmeye başlayan gazete dilidir. Okumayı daha
yeni öğrenmiş bir kimse, yabancı sözcükleri bir yenilik gibi kullanırsa
bağışlanmalıdır; ama bir yazar için hiçbir özür yoktur. Gerksiz yabancı sözcük
kullanımına savaş açmanın zamanı değil mi?
"Kabul etmeliyim ki gereksiz yabancı sözcük kullanımı canımı sılıyor;
(çünkü yığınları etkilememizi daha güçleştiriyor), ama gazetelerde yazan
kişilerin yaptığı kimi yanlışlar beni gerçekten öfkelendiriyor. Örneğin, budirovat
sözcüğü ayaklandırmak, uyandırmak, kışkırtamak anlamında kullanılıyor. Bu
sözcük somurtmak, surat asmak demek olan Fransızca bouder sözcüğünden
geliyork ki budirovat gerçekten bu anlamı taşımak gerekir. Nijniy-Novgorod
Fransızcasının bu benimsenmesi, biraz Fransızca öğrenmiş, ama, birincisi, dile
egemen olmamış, ikincisi de, Rusçayı bozmuş olan Rus toprak sahibi sınıfın en
kötü temsilcilerinden en kötüyü alıp benimsemektir.
"Rusçanın bozulmasına savaş açmanın zamanı değil mi?"[5]
Bu parça birkaç bakımdan üzerinde durulmaya değer:
Lenin, Rusçada (Hiç çekincesiz belirli bir dilde denebilir.) gereksiz yabancı
sözcük kullanımına karşıdır. Gerekçesi de bunun iletişimi aksatması, kendi
söyleyişiyle yığınları etkilemeyi güçleştirmesi; açıkçası, ancak yığınlar
benimseyince maddesel bir güç olabilen düşünceleri onlara iletmeyi
güçleştirmesidir. Lenin'in gerekli yabancı sözcük kullanımına karşı olmadığı
da bellidir.
Engels de, gençliğinde ve en olgun çağında, gereksiz yabancı sözcük kullanımına
karşıdır; yalnız, kimi yabancı sözcüklerin "kaçınılmaz" olduğunu da
özellikle belirtmiştir.[6]
Bu bakımdan, Engels'in ve Lenin'in başlıca amaçları, "düşüncenin daha iyi
ilerlemesi", "anlamın bozulmaması, "sağlıklı ve kolay iletişim"
olarak sıralanabilir.
Peki ama, belirli bir dil için, belirli koşullarda, hangi yabancı sözcükler gerekli
veya kaçınılmaz olur? Engels, "Kaçınılmaz sözcükler, ...,
çevrilebilir olsalardı, kaçınılmaz da olmazlardı", diyor. Burada şunu sormak
olağandır: Belirli bir dil için, belirli koşullarda, kimi yabancı sözcükler neden
çevrilebilir (übersetzbar)[7] değildir? Başka bir soruşla,
belirli bir dil için, belirli koşullarda, gerekli veya kaçınılmaz veya çevrilemez
yabancı sözcükler neden vardır? İlk bakışta böyle sözcüklerin varlık nedeni
yalnız o belirli dilde içkin (immanent) sanılabilir. O dilin gölge
sözlük'ünün[8] veya dilbilimcilerin deyişiyle linguistic
potential'inin yetersizliği "neden" sanılabilir. Oysa bu yetersizlik de o
nedenin sonucudur; çünkü dil toplumsal bir üründür. Onun içindir ki belirli bir
dilin belirli bir durumu, onu kullanan topluluğun (Gemeinschaft) belirli bir
tarihsel-toplumsal-ekonomik durumuna uygun düşmek gerekir; dolayısıyla
"neden" burada aranmalıdır.
Tarihte örnekleri çok görülen olgulardan biri, kimi toplulukların yabancı bir dili
benimsemeleridir. Marx-Engels bu olgu üzerine şunları yazmışlardır: "Kendisini
çok çabuk gösteren bu üretim zorunluğundan ötürü, yerleşen fatihlerin topluluk
biçimi, varlık durumunda bulundukları üretken güçlerin gelişim aşamasına uygun
olmak gerekir; veya, başlangıçta durum bu değilse, üretken güçlere göre değişmek
gerekir. Bu, budunlar göçünü izleyen her yerde göze çarptığına inanılan olguyu,
yani uşağın efendi olduğunu ve fatihlerin fethettikleri ülkenin dilini
(Altını ben çizdim. R. G.) kültürünü ve töresini çok çabuk
benimsediğini de açıklar."[9]
Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nda egemen-yönetici konumundaki Türklerin başına
gelen budur. Anadolu Selçuklu Sultanlığı'nda Farsçanın devlet dili, ayrıca egemen
sınıf ve katmanların yazın dili olması, devlet görevlilerinin İran'dan getirilmesi,
sultanların Farsça adlar almaları; Osmanlının üçlü bir dil karmasını devlet ve
yazın dili olarak benimseyip kullanması, ancak böyle bir zorunlukla ilişkileri içinde
anlanabilir. Anadolu Selçuklu Sultanlığı'nda ve Osmanlı İmparatorluğu'nda, göçebe
yaşamı sürdüren oymak ve boyların, daha genel ve tam bir söyleyişle, kırda
yaşayan Türklerin Türkçeyi epey arı (katışıksız) sayılabilecek bir durumda
koruyup kullanmaları da böyle açıklanabilir. Osmanlı bu olguyu öyle iyi biliyordu ki
devşirilen oğlanları Türkçe öğrenmeleri için Anadolu'ya, reayanın yanına
gönderiyordu.
Ortadoğu'ya akan göçebe Türk oymak ve boyları, yerleşik yaşamla, ileri bir
işbölümüyle, daha gelişmiş üretken güçler ve emek araçları ile
karşılaştılar. Bütün bunlar daha ileri bir bilgilenme (cognition) veya daha
geniş bir bilgi alanı, dolayısıyla da yeni nesneler, şeyler, düşünceler, kavramlar
demektir. Onlardan yoksun bir topluluğun dilinde onların sözcükleri de olamaz. Bütün
bunlar, daha gelişmiş bir dil veya hiç değilse, sözcük dağarı farklı daha varsıl
bir dil de gerektirir. Bu nokta özellikle vurgulanmalıdır; çünkü, yeni şeylerle
yabancı bir dilin aracılığı veya onların yabancı dildeki sözcükleri olmadan
karşılaşmak ve onlarla birlikte karşılaşmak, bir ve aynı şey değildir. Bunun
tersini düşünmek, karşılaşılan yabancı dilin veya sözcüklerin de birer
"şey" olduğunu, söz konusu durumda "yeni" birer şey olduğunu,
üstelik varlıklarının öbür yeni yeni şeylerle ilişkili olduğunu unutup onları
bir bakıma (sonuçta bulunması gereken payları bakımından) "yok" saymak
demektir. Ayrıca, "yeni şeylerle yabancı bir dilin aracılığı veya onların
yabancı bir dildeki sözcükleri olmadan karşılaşmak", onlara, yaşayarak,
gelişerek ulaşmak demek değilse, anlamsızdır.
Yeni şeylerle yabancı bir dilin aracılığı ile veya onların yabancı bir dildeki
sözcükleriyle birlikte karşılaşmak, dilsel gelişimi şöyle etkiliyebilir:
Karşılaşılan yeni şeylerin kimileri, topluluğun eskiden bilip tanıdığı şeylerle
ilgili olabilir. Bu durumda, topluluğun dilinde o yeni şeylerin sözcükleri yoksa da,
onlarla ilgili, önceden bilinip tanınan şeylerin sözcükleri vardır. Bu, o
sözcüklerden yararlanıp karşılaşılan yeni şeylere sözcükler (adlar) bulma veya
türetme olanağı da var demektir. Dolayısıyla o yeni şeyler için sözcükler
türetilir, yabancı sözcükler benimsenmez. Yalnız, bu işin sonuna dek
götürülebileceği de söylenemez; çünkü karşılaşılan yabancı sözcükler de
yeni birer şeydir ve bilinçli bir dil politikası izlenmiyor olabilir. (Burjuvaziden
önce böyle bir politika izlenmemiştir.) Karşılaşılan yeni şeylerden kimileri ise o
topluluğun eskiden bildiği, tanıdığı şeylerle hiç ilgisiz olabilir. Bu durumda,
topluluğun dilinde o yeni şeylerleilgili şeylerin sözcükleri de yoktur. Dolayısıyla
o yeni şeylerle birlikte onların yabancı bir dildeki sözcükleri (gene yeni şeyler)
de zorunlu olarak benimsenir. Topluluğun gelişmişlik düzeyi, yabancı kalıp sözler,
kurallar benimsemesini, onlar da yetmezse, yabancı bir dili benimsemesini bile
gerektirebilir.
Böylece, yeryüzünde neden arı (katışıksız) dil bulunmadığı; her dilin neden az
veya çok yabancı sözcük özümsediği de anlanır.
İngilizce belki bütün dillerden sözcük alıp özümsemiştir. Kapitalciliğin
beşiği olan İngiltere'de toplumsal-ekonomik güçsüzlük söz konusu olamaz.
İngilizler toplumsal-ekonomik bakımdan çok gelişmiş bir ulus oldukları ve bundan
ötürü "üzerinde güneş batmayan" bir sömürgeler imparatorluğu
kurabildikleri içindir ki dünyanın dört bir yanında yeni pek çok şeyle
karşılaşmışlardır. Bunlar doğayla ve yerel toplumların kendilerine özgü
gelişimleriyle ilgili şeylerdir. Başka dillerin toplumsal-ekonomik güçsüzlük
yüzünden düştüğü duruma, İngilizce toplumsal-ekonomik güçlülük dolayısıyla
düşmüştür.
Özümsenmiş sözcükler[10] kendisine boyun eğilmiş
tarihsel-toplumsal-ekonomik bir zorunluğun belirtileri ve ürünleridir; veya, pratikte
yenilmiş bir güçlüğün dildeki kalıntıları veya izleridir. Bundan ötürü, ulusal
dil geliştirilirken özümsenmiş sözcüklere de "öz" dilden karşılıklar
bulmaya kalkmak, yaşanmış bir zorunluğun yadsınması, yenilmiş bir güçlüğün
gündeme getirilmesidir.[11] Marx'ın "Dil gerçekliğin dilidir"[12]
sözü örnek alınıp denebilir ki, bir ulusun dili, o ulusun yaşamış ve yaşamakta
olduğu gerçekliğin dilidir.
Öte yandan, yeni şeylerle yabancı bir dilin aracılığı veya onların yabancı bir
dildeki sözcükleri olmadan karşılaşılırsa (onlara yaşayarak, gelişerek
ulaşılırsa), onların sözcükleri de onlarla birlikte var olur. Yeni bir şeye
ulaşıp da ona ad koyamamış topluluk veya toplum yoktur ve olmayacaktır.
Dolayısıyla, denebilir ki, maddesel çevre özdeş olmak koşuluyla, bütün topluluk
veya toplumlar eşit ve zamandaş gelişseydi, bütün diller arı
(katışıksız)kalırdı. Böyle olmadığı içindir ki yeryüzünde arı dil yoktur.
Lenin, Rus toprak sahibi sınıfın dile egemen olmadığını, Rusçayı bozduğunu
söyleyerek sınıf-dil ilişkisine değiniyor. Marx-Engels de bu ilişki üzerinde
durmuştur: "Destutt de Tracy'e göre, halk çoğunluğu, proleterler, bütün
bireyselliği uzun zaman önce yitirmeliydi; oysa bugünlerde bireysellik sanki kesinlikle
onlar arasında en çok gelişmiş görünüyor. Çünkü burjuva için kendi dilinin
tabanına dayanarak ticari ve bireysel, veya hatta evrensel, insani ilişkilerin
özdeşliğini sınamak her şeyden kolaydır; çünkü bu dilin kendisi burjuvazinin
ürünüdür; dolayısıyla hem gerçeklikte hem de dilde satın alma ve satma ilişkileri
bütün ötekilerin temeli yapılmıştır. Örneğin propriété-property [Eigentum][a]
ve ayırdedici tanıntı (feature) [Eigenschaft][b]; Property-possession
[Eigentum] ve peculiarity [Eigentüm-lichkeit][c]; 'eigen' [birinin özü,
kendisi] alışverişsel ve bireysel anlamda; valeur, value, Wert[d];
alışveriş, Verkehr[e]; échange, exchange, Austausch[f],
vb., hepsi de alışverişsel ilişkiler hem de bireylerin ayırdedici tanıntıları ve
karşılıklı ilişkileri için kullanılır. Öbür modern dillerde de durum, eşitlikle
budur."[13]
"Öbür modern diller", o dönemde kapitalci üretim ilişkilerinin başat
konuma geçtiği ülkelerdeki ulusal dillerdir. Marx-Engels'in "burjuva için kendi
dilinin tabanı" ve "bu dilin kendisi burjuvazinin ürünüdür" demeleri,
burjuvazinin yalnız kendisi için (sınıfsal) bir dil yarattığı anlamına gelmez.
Burjuva ilişkilerin doğup yaşanmaya başlanmasıyla birlikte dil de bu ilişkileri
anlatabilecek yolda gelişir. Bu ilişkilerin bilincine önce burjuvazi varır; çünkü
onlardan ötürü ve onlarla birlikte varolduğunu yaşayarak kavrar; dolayısıyla
onları gerçeklikten dile yansıtmak da burjuvaziye düşer. İnsanlık tarihi boyunca
geçilen aşamalar (ilkel-komünal topluluk, köleci toplum, feodal toplum, kapitalci
toplum), sınıfların kendileri gibi, belirli bir tarihsel-toplumsal-ekonomik gelişmenin
sonucudurlar. Burjuvazi gökten zembille inmez, böyle bir gelişme sonunda tarih
sahnesine çıkar. "Materyalist tarih kavramı, insanın yaşamını sürdürmesine
yarayan araçların üretiminin ve üretimin yanı sıra, üretilen nesnelerin
değişiminin bütün toplumsal yapının temeli olduğu; tarihte ortaya çıkmış her
toplumda zenginliğin dağıyıldığı ve toplumun sınıflara ya da takımlara (order)
bölündüğü tarzın, ne üretildiğine, nasıl üretildiğine ve ürünlerin nasıl
değişildiğine bağımlı olduğu önermesinden (proposition) yola
çıkar."[14] Burjuvaziyle birlikte ortaya çıkan ilişkiler,
"görünüşte" burjuva (sınıfsal) olsalar bile, "özde"
toplumsaldırlar. Dil, yükselen her yeni sınıfla veya doğan her yeni toplum biçimiyle
birlikte belirli bir gelişme gösterir. Tarih sahnesinden çekilen her sınıfla birlikte
de, dilin bir zamanlar o sınıfın doğumu ve varlığı ile gösterdiği gelişme
-yalnız o sınıfın varlığı ile ilişkili olan yanıyla- işler ve kullanılır
olmaktan çıkar. Köleci toplumun doğumuyla ilkel-komünal topluluğa, feodal toplumun
doğumuyla köleci topluma, kapitalci toplumun doğumuyla feodal topluma özgü birçok
sözcük, deyim tarihe karışır ve ancak kimileri, geçmişteki ilişkiler dile
getirilirken kullanılır. Bu, yükselen sınıf böyle istediği için değil, onların
varlık nedeni olan ilişkiler ortadan kalktığı için böyle olur. Yükselen sınıfla
birlikte görülen dilsel gelişme de, o sınıf istediği için değil, olmasını
gerektiren nedenler doğduğu için olur. Bu dilsel gelişme, gerçeklikte bütün öbür
ilişkilerin temeli konumuna gelen ilişkilere uygunsa, bunun şaşılacak bir yanı
yoktur. Rus toprak sahibi sınıfın -ki Lenin yukarıda alıntılanan parçayı yazarken
sönmüştü o sınıf- dile egemen olmaması, Rusçayı bozması, kendi nesnel ve öznel
koşullarına uygundur.
Sınıf-dil, hele burjuvazi-dil ilişkisi üzerine bunları söylemekle yetinilemez.
"... gelişmiş her modern dilde, dilin önceden var olan gereçlerden tarihsel
olarak gelişmesinin kısmen bir sonucu olarak, Roman ve Germen dillerindeki gibi; kısmen
ulusların melezlenmesinden ve karışmasından ötürü, İngiliz dilindeki gibi; kısmen
de diyalektlerin bir tek ulusta ekonomik ve politik yoğunlaşmasının sonucu olarak,
kendiliğinden gelişen dil, ulusal bir dile döndü."[15] İngiltere,
Fransa gibi ülkelerde, ülke gelişiminin erken bir evresinde, feodal
parçalanmışlığın yerini süreklibir politik birlik alır. Bu, ulusal dilin
başarıyla birleştirilmesini sağlar. Almanya gibi feodal parçalanmışlığı giderip
politik birlik sağlamada, ekonomik gelişmede geciken ülkelerde ise, ulusal dilin
birleştirilmesi ve geliştirilmesi için burjuvazi özel çaba göstermek zorunda kalır.
Bu iş, feodalliğe karşı izlenen ulusalcılık politikasıyla birlikte yürütülür.
"Kapitalciliğin eşitsiz gelişme yasası", kapitalcilikle birlikte işlemeye
başlar: Kapitalcilik (Burjuvazi de denebilir.) başlangıçta ve sonra, her ülkede eşit
ve zamandaş gelişmez. Bundan ötürü, ayrı ülkeler burjuvazileri arasında yarış ve
savaşım başlar. Marx-Engels, bunun zamanını ve biçimini şöyle belirtirler:
"Manüfaktürün doğumuyla birlikte, çeşitli uluslar yarışkan (competitive)
ilişkilere; savaşlarda, koruyucu gümrüklerde ve yasaklamalarda verilen bir ticari
savaşıma girdiler; oysa eskiden, bağlantılı olduklarında birbirleriyle saldırgan
olmayan bir alışveriş sürdürmüşlerdi. Artık ticaretin politik bir anlamı
vardı."[16] Bu savaşım, manüfaktürün aşılmasıyla daha da
kızışır. Kendi iç pazarını koruyup dış pazarlar için savaşmak zorunda kalan
burjuvazi, ulusalcılığı başka ülkeler burjuvazilerine ve kendi ülkesindeki ezilen
sınıfların bilinçlenmesine karşı sürdürür. Geri kalmışlığı yüzünden çetin
koşullarda savaşmak zorunda kalan burjuvazi, örneğin Alman burjuvazisi,
ukusalcılıktaki aşırılığını ulusal dili geliştirirken de gösterir. Burjuvazi,
bir dilin gelişiine karışılabileceğini gösteren ilk sınıftır! Ancak, bunu yapan
son sınıf olmayacaktır.[17]
Bugün ulusal dili koruyup geliştirme sorunu olan ülkelerde, işi hangi sınıfın
yürüttüğünü iyi kavrayıp gerici bir sınıfın kuyrukçusu durumuna düşmekten
sakınmak gerekir. "Dil, düşüncenin dolaysız gerçekliğidir."[18]
Gerici bir sınıfın geliştireceği dil, ancak onun düşüncesinin gerçekliği
olabilir. O sınıf dili ancak kendi düşünce sınırları içinde geliştirebilir.
"Duyuların aldatmasından ne denli çok, oysa düşünceden ayrılmaz olan
dilinkinden ne denli az söz edildi! Bununla birlikte, duyuların hayınlığı ne denli
kaba, dilinki ise ne denli incedir."[19] Gerici bir sınıfın
geliştireceği dilin ilerici bir sınıfa hayınlığı da ince olur.
Burjuvazi-dil ilişkisinin anılmak gereken bir yanı da, çokuluslu ülkelerde, egemen
ulus burjuvazisinin kendi ulusal dilini öbür uluslara zorla benimsetmeye kalkmasıdır.
Çarlık Rusyası da çokuluslu bir ülkeydi. Dolayısıyla Marksçılar Rusya'da
ulusal sorunla karşılaştılar. Dil sorunu[20] ulusal sorunun ayrılmaz bir
parçasıdır; çünkü, "Bir ulus dil, ekonomik yaşam ortaklığı ve
kendisini kültür ortaklığında dışa vuran ruhsal biçimlenme birliği temeli
üzerinde tarihsel olarak varlık kazanmış kararlı (stabil) bir insan
topluluğudur."[21] Ve, "ayaklanan her uluskendisini, dilini,
anayurdunu, ezen ulusa karşı savunur."[22] ("Dil"
sözcüklerinin altını ben çizdim. R. G.)
Lenin'in Rusya'da ulusal soruna getirdiği çözüm, kalın çizgileriyle özetlenirse, 1)
Rusya'ya özgü tarihsel ve somut koşullara dayandırılır; 2) Proleteryanın sınıfsal
gelişimini sağlama bağlamak amaçlanır; 3) Hiçbir ulusa öbürlerikarşısında
üstüncelik tanınmaz; 4) Ulusların ve dillerin eşitliği benimsenir.[23]
Çözüm açık ve yalındır. Kırılmış beirli bir nesneyi birleştirmeye çalışan
birinin yaptığı gibi, hem ayrı ayrı hem birlikte bir bütün olarak görülür. Ulus
olgusu, her ulusun ayrı bir varlığı olduğu unutulmaz; ama ulusları birleştiren
ortak yan (proleteryanın uluslararasılığı) da göz önünde tutulur. Bu, diyalektik
anlamda birleşmek için bölünmektir.
Dil sorunu tartışmaları sırasında Lenin'in yazdıklarından kimileri alıntılanmaya
değer: "Rus dilinin yazgısı için üzülmeye neden yok. Rusça bütün Rusya'da
kendiliğinden tanınacaktır", diyenler şu karşılığı verir: "Bu,
tümüyle doğrudur; çünkü ekonomik değişim (exchange) gerekleri, bir tek
devlette yaşayan ulusallıkları (birlikte yaşamayı istedikleri sürece) çoğunluk
dilini öğrenmeye zorlayacaktır. Rusya'da politik sistem ne denli demokratikleşirse,
kapitalcilik o denli güçlü, çabuk ve yaygın gelişecek; ekonomik değişim gerekleri,
çeşitli ulusallıkları genel ticari ilişkiler için elverişli dili öğrenmeye o
denli ivedi zorlayacaktır."[24] "Dil en önemli insanlararası
ilişki aracıdır. Dil birliği ve engellenmemiş dil gelişimi, modern kapitalcilikle
orantılı bir ölçüde gerçekten özgür ve geniş ticaret için, nüfusun bütün
sınıflar içinde özgürce genişlemesine kümelenmesi için ve son olarak, pazar ile
her bir ve bütün meta sahipleri, büyük veya küçük, ve satıcı ile alıcı
arasında sıkı bir bağlantı kurulması için en önemli koşullardır."[25]
Rusçanın biri gelişmişlik, öbürü de çoğunluk dili olmak gibi iki üstünlüğü
vardır. Bununla birlikte, Lenin, dillerin eşitliğini yılmadan ve üsteleyerek savunur:
"Kim uluslar ve diller eşitliğini savunmazsa, bütün ulusal baskıya eşitsizliğe
karşı savaşmazsa, o bir Marksçı değildir; bir demokrat bile değildir."[26]
31 Aralık 1922'de şöyle yazar: "... birliğimizin Rus olmayan cumhuriyetlerinde
ulusal dilin kullanılması konusunda en sıkı kurallar konmalı ve bu kurallar özel
dikkatle denetlenmelidir."[27]
Gelişmiş, yagın bir ulusal dil, bir ulus için büyük üstünlüktür. Oysa Rusya'da
abecesiz (hiç yazılmamış) diller bile vardır. Bu bakımdan ulusal diller,
dolayısıyla da uluslar arasındaki eşitsizlikler büyüktür.[28] Bu
uluslara eşitlik tanımak, önce dillerine eşitlik tanımakla olabilir. Görülüyork ki
Lenin dil sorununa tümüyle ideolojik ve politik bakımdan yaklaşır.
1 V. I. Lenin,
"Philosophical Notebooks", Collected Works (fourth printing, Progress
Publishers, Moscow 1976), vol. XXXIII, p. 89.
2 Ay., s. 351.
3 Ay., s. 75-76.
4 Ay., s. 307.
5 V. I. Lenin, "Stop Spoiling the Russian Language" Collected
Works (second printing, Progress Publishers, Moscow 1974), vol. XXX, p. 298.
Lenin bu parçayı SBKP (B) Politik Büro tplantılarından birinde, 1919 veya 1920
yılında yazmıştır. 1924 sonunda bulunan bu notun yazıldığı tarih kesinlikle
saptanamamıştır.
6 İki küçük alıntı Engels'in düşüncelerini açıklamaya yeter:
"Onda (Ernst Moritz Arnd'da. R. G.) yeniden moda olan o dillerin yavanca
karıştırılması da aranmasın; tersine, dilimize şaşırmaksızın nice az yabancı
sürgün aşılamamız gerektiğini gösteriyor. Düşüncelerimizin arabası, pek çok
yolda, gerçekten, Almanca atlarıyla, Fransızca ve Yunanca atlarıyla olduğundan daha
iyi ilerliyor. Özleştirmeci (puristic) eğilimin aşırılıklarıyla
eğlenmenin değiştirmediği bir olgu." Bkz.: Friedrich Engels, "Ernst Moritz
Arnd", Karl Marx, Friedrich Engels, Collected Works (Progress Publishers,
Moscow 1976), vol. II, p. 141.
"Biçime gelince, yalnız birçok yabancı sözcük kaygılar uyandırabilirdi. ...
Bu konuda gereksiz yabancı sözcükleri çıkarmakla yetindim. Kaçınılmaz olanlara,
sözde açıklayıcı çeviriler eklemekten vazgeçtim. Kaçınılmaz sözcükler, ...
çevrilebilir olsalardı, kaçınılmaz da olmazlardı. Çeviri anlamı bozar;
açıklayacağı yerde karıştırır. Sözlü bilgi burada daha çok yardımcı
olur." Engels'in Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm'in Almanca birinci
baskısına yazdığı "önsöz"den. Bkz.: Friedrich Engels, Ütopik
Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm (beşinci baskı, Sol Yayınları, İlkyaz Basımevi,
Ankara, Ağustos 1978), s. 28.
7 Engels "übersetzbar" diyor. Bu sözcük dilimize önce
"çevrilebilir", sonra da "aktarılabilir", "uyarlanabilir",
"çakıştırılabilir" diye çevrilebilir. Bkz.: Die Entwicklung des
Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft (Dietz Verlag, Berlin 1973), s. 17.
8 Gölge sözlük: Gerçekte bir dilde var olan, ama kullanılmayan ve
gerektiğinde, alışılmış söyleyişiyle, "türetilip" kullanılan
sözcüklerin hepsi.
9 Karl Marx, Friedrich Engels, "The German Ideology, I. Feuerbach", Collected
Works (International Publishers, New York, first printing 1976), vol. V, p. 38.
10 Özümsenmiş sözcüklere yalınkat ve üstünkörü bir bakışın
doğurabileceği sakıncalarla ilgili olarak, Engels'in gençliğinde yazdığı şu
satırlar üzerinde durulmaya değer:
"Fransızcadan tiksinmek bir ödev oldu. Daha yüksek bir görüş noktasına
yükselebilen her türlü düşünüş Alman değil diye kınandı. Bu yüzden
yurtseverlik de özünde olumsuzdu ve Almancanın uzun zaman önce özümsediği yabancı
sözcükler yerine saçma Almanca deyimler uydurmak için zorlanıp dururken, çağın
savaşımında anayurdu desteksiz bırakıyordu. Bu eğilim gerçekten Alman olsaydı,
Almancayı iki bin tarih yılında eriştiği durumuyla benimseseydi; yazgımızın en
gerçek öğesini, yani, Avrupa tarihi terazisinde göstergeç olmayı, komşu ulusların
gelişimini gözetmeyi önemsemezlik etmeseydi, bütün yanılgılardan kaçınırdı.
Öte yandan, Almanlaştırmanın ulusal ruhumuzun biçimlenmesinde zorunlu bir aşama
olduğu ve sonraki aşamayla birlikte, modern dünya görüşünün dayandığı
karşıtlığı biçimlendirdiği olgusu bilmezlikten gelinmemelidir. Bu Almanlaştırma
eğilimine karşıtlık, ulusal farkların yadsınması ve büyük, özgür, birleşik
insanlığın biçimlenmesi için çalışan Güney Alman toplumsal sınıflarının
kozmopolit liberalizmiydi." (Engels'in burada sözünü ettiği kozmopolitlik, o
çağda ulusal kapanıklığa ve sınırlılığa karşı çıkarak ilerici bir rol
oynayan kozmopolitliktir. Unutulmamalı. R. G.) Bkz.: Friedrich Engels,
"Ernst Moritz Arnd", agy., s. 396.
11 Bu sözler bizdeki dil geliştirme çalışmaları sırasında sözcüğün
kötü anlamıyla "uydurulmuş" veya kuralsız türetilmiş, ama benimsenip
genel dilin malı olmuş sözcükler için de geçerlidir. Gerçekte onların
özümsenmiş sözcüklerden farkı yoktur.
12 Bu, Marx'ın kenar notudur. Bkz.: Karl Marx, Friedrih Engels, "The
German Ideology, I. Feuerbach", agy., s. 38.
13 Karl Marx, Friedrich Emgels, "The German Ideology, The Leipzig Council,
III. Saint Max", Collected Works (International Publishers, New York, first
printing 1976), vol. V, p. 231.
14 Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm
(dördüncü baskı, Sol Yayınları, İlkyaz Basımevi, Ankara, Ekim 1977), s. 82.
15 Marx, Engels, agy., s. 426.
16 Marx, Engels, "The German Ideology etc.", agy,. s. 38
17 Ülkemizdeki dil geliştirme çalışmalarının sınıflarla ve
ulusalcılıkla ilgisi için bkz.: Ragıp Gelencik, "Dil Sorunu ve Dilsel
Sorun", Nesin Vakfı 1977 Edebiyat Yıllığı. [Yazıyı okumak için buraya
tıklayınız.]
SSCB'deki durum için bkz.: M. I. Isayev, National Languages in the USSR: Problems and
Solutions, Progress Publishers, Moscow, first printing 1977. Ve, Kaya Türkay,
"Azerbaycan'da Terim Çalışmaları", Türk Dili, Ağustos 1978, sayı
323.
Konuyla ilgili kimi ayrıntılar için bkz.: Dr. Kâmile İmer, Dilde Değişme ve
Gelişme Açısından Türk Dil Devrimi, TDK Yayınları: 422, Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara 1976.
18 Marx, Engels, agy., s. 446.
19 Lenin Feuerbach'tan alıntılıyor. Bkz.: "Philosophical
Notebooks", agy., s. 386.
20 "Dil Sorunu", Marksçı-Leninci yazında İngilizce "the
language question" ve Almanca "die Sprachfrage" karşılığı olarak
kullanılıyor.
21 J. Stalin, "Marxismus und Nationale Frage", Werke (Verlag
das neue Wort, Stuttgart 1951), Bnd. II, S. 272.
22 V. I. Lenin, "A Caricature of Marxism", Collected Works
(Progress Publishers, second printing 1974), vol. XXIII, p. 61.
23 Ayrıntılar için bkz.: V. I. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin
Hakkı, Sol Yayınları, Çağ Matbaası, Ankara, Mart 1976 (üçüncü baskı).
24 V. I. Lenin, "Critical Remarks on the National Question", Collected
Works (Progress Publishers, Moscow 1972), vol. XX, p. 20.
25 Lenin, ay., s. 396.
26 Lenin, ay., s. 28.
27 V. I. Lenin, "The Question of Nationalities or 'Autonomisation'", Selected
Works (Progress Publishers, Moscow 1977), vol. 3, pp. 691-692.
28 Bkz.: M. Isayev, agy.
a Mülkiyet, özlük,
özgülük.
b Özellik, özlük.
c Özlüksellik, özgüsellik, özellik.
d Değer.
e Alışveriş, bildirişim, görüşme, ilgi, trafik.
f Değişim, değiş tokuş, trampa.
Küçük-burjuva aydınlarımız, herhalde "mülkiyet"e dokunulmuş olur
kaygısıyla, mülkiyet'e özgülük, özlük, vb.
diyememişlerdir. Bu yüzden mülkiyet sözcüğü dilimizde feodal bir kalıntı olarak
yaşıyor. Gene o çevreler, mülkiyet ilişkileri içinde kendileri için en önemli
nesne "mal" olduğundan, kapital'e anamal karşılığını
önerip kapitali ne denli az tanıdıklarını gösteriyorlar. Sınıf-dil ilişkisine
küçük ve güzel bir örnek.
Öte yandan Kâşgarlı şöyle yazmıştır:
"Özlük: Hususî, (hususî at). Herhangi birşeyi adam kendisine ayırınca yine
böyle denir." Bkz.: Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (Çeviren: Besim
Atalay, TDK Yayınları, Ankara 1941), c. III, s. 418.
i Ragıp Gelencik, "Lenin
ve Dil", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 11-24. Bu
yazı ilk kez Yeni Ülke dergisinde (Ragıp Gelencik, "Lenin ve Dil",
Yeni Ülke (dergi), sayı 6, Ocak-Şubat-Mart 1979.) yayınlanmıştır.
|
|